27 Eylül 2011 Salı

‘Altın Koza’dan arta kalanlar…


‘Altın Koza’dan arta kalanlar…
Geçmişten günümüze çeşitli badireler atlatıp ayakta kalmayı başaran ‘Altın Koza Film Festivali’ne katılmak bu yıl da kısmet oldu. Öncekilerin aksine Açılış ve Onur Gecesi sonrasında izleyebildiğim festivalin ayrıntılarına geçmeden, öncelikle vurgulamak istediğim bir nokta var. O da, ‘18. Altın Koza Film Festivali’nin Adanalıların yürekten kucakladığı ve benimsediği bir organizasyon olduğu! Yılmaz Güney ismiyle parıltısını güçlendiren bu etkinliğin benzerlerinden en büyük farkı, bölge insanının candan yaklaşımı. Bu samimi duruş, benzersiz güzellikte bir ortam doğurmakta. Pozitif enerjiyle dolan konuklar da doğal olarak aynı sıcaklığı festivalin bütününe yansıtmakta. Sonuç, asık suratlı bir etkinlik yerine keyifli anların yaşandığı bir paylaşım! Yarattığı atmosferle övgüyü hak eden ‘Altın Koza’nın özet tanımı kısaca böyle. Akılda iz bırakan ayrıntılarsa, burada ele alınan başlıkların çok ötesinde.
Sinemadan ‘Müze’ye aktarılan anılar
Tarihi Tepebağ konaklarının restore edilmesiyle oluşturulan ‘Adana Sinema Müzesi’, henüz yolun başındaki bir proje! Yılmaz Güney başta olmak üzere Orhan Kemal, Abidin Dino, Yaşar Kemal, Şener Şen, Ali Özgentürk, Şahin Kaygun ve Muzaffer Üzgü’ye ayrılan bölümleriyle ilgi çeken Müze’de belgeler, özel eşyalar, afişler ve balmumu heykeller bulunmakta. Abidin Dino ile Orhan Kemal’in balmumu heykelleri oldukça gerçekçi. Yılmaz Güney’inki için bunu söylemek ne yazık ki mümkün değil. Dikkat çeken bu olumsuzluğun, değiştirilme yoluyla giderileceği belirtilmekte. Dileyelim de bu sadece açılışa yönelik bir vaat olmasın. Aksi takdirde, afiştekilerle çelişen balmumu heykelin yarattığı görüntü kirliliği Müze’nin kalıcı amacına gölge düşürür.
Fotoğraf ve sinema sanatına ait 2000 adet kitap arşivinin yer aldığı Müze’de Yıldırım Yanılmaz’dan Ali Özgentürk’e Türk Sineması’nın önde gelen isimlerinin bağışladıkları eserler de sergilenmekte. Henüz tamamlanmamış olan ‘Adana Sinema Müzesi’nin bir diğer olumsuzluğu da, sunum sıkışıklığı! Duvara yan yana dizilmiş belgelerin iç içeliği, inceleme isteğini yok etmekte. Tavanla bütünleşenlerin görünme güçlüğü de cabası… Yan binanın restorasyonu tamamlandığında umarız bu durum ortadan kalkar. Böylece hem ziyaretçiler daha rahat inceleyip eserleri özümser. Hem de teşhire konulamayan bağış eserler gün ışığına çıkma fırsatı yakalar. Arşivlerden çıkartılıp teslim edilen eserlerin, verenlerin adıyla sergilenmesi eminim pek çok sinema gönüllüsünü teşvik edecektir. Bir ay gibi kısa sürede oluşturulan Müze’ye katkıda bulunan Vadullah Taş’ın sözleri, daha iyiye ulaşmak için gayretlerin süreceği konusunda kuşkuların dağılması için bir ışık!
Adana’nın yolları taştan, Koza’da en büyük yıldız Zihni Başkan!
Öncekilerin aksine bu yıl ‘Altın Koza’nın her aşamasını üstlenen Adana Büyükşehir Belediyesi’ni kutlamak gerek. Çok büyük sorumluluk isteyen bir görevi hakkıyla yerine getirmiş. Tabii bunda, Adana Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Zihni Aldırmaz’ın sinema ve sanatçı dostu olmasının etkisi çok fazla! Havaalanı çıkışından itibaren Adana’nın her köşesini süsleyen ‘Altın Koza’ tanıtımlarında güler yüzüyle karşımıza çıkan Sayın Aldırmaz, hem ‘Çirkin Kral’ lakaplı Yılmaz Güney’in anısını taçlandırmakta. Hem de geçmişten günümüze, sinemaya gönül verenleri kucaklamakta. Müze açılışından korteje, her alanda ağırlığını hissettiren Sayın Aldırmaz, konuşmalarıyla olduğu kadar içtenliğiyle de Türk Sineması’nın Adana’da parlayan yıldızı olduğunu her fırsatta gösterdi. Yeşilçam’ın emeklileri olarak görülenlerin aslında Türk Sineması’nın güçlü emektarları olduğunu gözlere sokan Zihni Başkan, ‘Adana’nın yolları taştan, biz göğüsledik ipi en baştan’ dercesine ‘Altın Koza’yı festival yarışının zirvesine taşıma gayretinde. ‘Ortak akıl’ mantığıyla herkesin Adana’dan yayılan bu birleştirici güzelliği benimsemesi en büyük temenni!
Küfürle kazananlar… Fikirle kaybedenler…
‘18. Altın Koza Film Festivali’nde prömiyerini yapıp tüm Türkiye’de gösterime giren Cannes Festivali’nden ödüllü ‘Bir Zamanlar Anadolu’da’ kuşkusuz festivalin en öne çıkan filmi. Nuri Bilge Ceylan’ın yarışma dışı yapım,ı ilgide başı çekerken diğer filmlerin galaları da aynı oranda seyirciyle salonları doldurmayı başardı. Bunların başında, Onur Ünlü ve Funda Alp’in yönettiği ‘Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi’ gelmekte… ‘En İyi Film Ödülü’nü alan yapım, kurgu ve öyküdeki başarısına rağmen TV dizisi havasından kurtulamayan bir çalışma! ‘En İyi Senaryo’ ve bu yıl ilk kez konulan ‘Jüri Toplu Performans Özel Ödülü’nu de alan filmde, dizilerden tanıdık isimler benzer canlandırmalarla ön planda. Selçuk Yöntem’in Celal Tan karakteri, ‘Aşk-ı Memnu’daki Adnan Bey ile örtüşmekte… ‘Parmaklıklar Ardında’nın acımasız gardiyanı Cengiz Bozkurt, burada komiser rolünde. ‘Yaprak Dökümü’nden tanıdığımız Güler Ökten, yine özlemleri olan bir kaynana. Tüm oyuncuları onore etmek, özel ödül veren jürinin payına düşen! Burada özellikle vurgulanması gereken bir ayrıntı, kör adamı mükemmel canlandıran Bülent Emin Yarar’ın yüksek performansı! Yönetmene gelince… Sıra dışı esprileri seven, bunları da TRT’de hayli ilgi gören ‘Leyla ile Mecnun’ başta olmak üzere dizilerinde sunan Onur Ünlü! Dizilerin getirisiyle girişilen filmin en olumsuz yönü, sınırı aşan küfürlerle dolu olması. Sanat, doğallık adına, tam anlamıyla seviyesizleşen küfürlerden ibaret hale gelmişse ve ödüle layık görüyorsa söz söylemek ne haddimize. Kara komedi bu olsa gerek!
Yönetmen Ruhi Karadağ’ın ‘İzleyici Ödülü’nü alan ‘Simurg’ filmi, altı oyuncusundan üçünün sürgünde oluşuyla dikkat çekici! Ödülünü faili meçhullere, mezarsız ve topraksız vatandaşlara, ölen gazetecilere adayan Karadağ’ın uzun süre alkış alan konuşmasında öne çıkarttığı bir diğer isim, Ape Musa. Takdir, izleyenlerin…
Fatoş Güney’in elinden verilen ‘Yılmaz Güney Ödülü’, festivalin ikinci derecedeki en büyük ödülü! Gittiği adres, yönetmen Özcan Alper’in ‘Gelecek Uzun Sürer’ filmi. Güneydoğu’da adı konulmamış(!) savaşa yönelik öyküsüyle festivaldeki benzerlerini geride bırakan yapımın içeriği bir yana, yönetmeninin teşekkür konuşması da hayli ses getirici. 1990’lı yıllardan itibaren adına JİTEM denilen, bir şekilde devletin de içinde bulunduğu bu oluşum tarafından 17 bin 500 insanın katledildiğini söyleyen Özcan Alper’in, ‘Devlet onların ailelerine kemiklerini bile çok gördü. Bu ülkede rahat uyuyabileceksek, sanat yapılabiliyor diyeceksek tüm bunlarla yüzleşmemiz gerekiyor’ demesi fikir beyanında gelinen son nokta!
Yıkılan sosyalizme rağmen devrimci mücadeleyi aşk ve sigara dumanıyla sürdüren Kemal’in her türlü polis ve devlet baskısına karşı duruşunu veren ‘Aşk ve Devrim’, mesajlar içeren ve ödül alan bir diğer film! İzlerken, sigara teşvikçiliğine takılmamak ve duman altı olmamak mümkün değil…
Ödül hak etmelerine karşın önemsenmeyen yapımlara gelince… ‘Kadife’ bunların başını çekmekte. Senaryo ve müziği de üstlenen yönetmen Erdoğan Kar’ın çalışması, galada yoğun ilgi görüp jüride şaşanlardan! Teröre ‘ana’ gözünden bakan öykü, dağdaki vatandaşlara eve dönüş çağrısı yaparken geride kalanların yaşadığı hüznü de aktarmakta. Beyazdan kahverengiye ve tekrar beyaza dönen çekim mekânları, kar şartlarında çalışma güçlüğünü yansıtmakta. Filimden kaçılmasının sebebi, büyük ihtimal, ‘gerilla’ sözcüğü! Bir diğer hayal kırıklığı yaşayan katılımcı da ‘Mar’… Caner Erzincan’ın eserinde, Anadolu’nun ücra bir köşesinde sıkışıp kalmış üç erkek ele alınmakta. ‘Yüce jüri buyurmuş, erkekler hepten unutulmuş’ diyerek her iki yapıma da gişe başarısı dileyelim. Filmler konusunda son söz, Jüri Başkanı Derviş Zaim’in… ‘Saklı Hayatlar’, ‘Yurt’ ve ‘Simurg’ filmlerinin jüri tarafından dikkate değer bulunduğunu belirten Zaim, ‘Türkiye bir yüzleşme, araştırma süreci yaşıyor. Bunun tezahürü festivalde de yaşanıyor’ demekte! Yüzleşme, restleşmeye dönüşmediği sürece alkışlar…
Ve ‘Altın Koza’nın böcekleri…
‘Onur Ödülü Töreni’nde Kadir İnanır’ın omuzuna konarak meşhur olan uçan hamamböceği(!), İnanır’ın ‘Yaşam Boyu Onur Ödülü’nü gölgede bırakmakla kalmadı kendi türünün yaşamını da tehlikeye attı! Böceklerin bir daha kameralara oynayıp şöhreti yakalamamaları için bulunan çare, törenin yapıldığı amfi tiyatro çevresinde ilaçlama... Ancak buna rağmen dillenip ünlenmekte direnen birkaç haddini bilmez böcek, kapanış töreninde de kırmızı halıya ve sahneye çıkmayı başardı. Konuklar, böcek severlerin hışmından korktukları ve böcek haklarını ihlalden suçlanmaktan kaçındıkları için üstlerine gelenleri öldüremedi. Davetsiz misafirler parmak vuruşuyla uzaklaştırılırken ‘Arkadaş’ parçasıyla Fatoş Güney’e duygusal anlar yaşatan Leman Sam da sağında solunda uçan böcekleri çok sevdiğini beyan edip bir tanesinin de kendi omzuna konması için açık davette bulundu ama nafile. Eh artık Leman Sam da, hak ettiği halde ödül alamayanlar gibi saklasın hevesini seneye…
Anibal Güleroğlu

9 Eylül 2011 Cuma

‘Kuzey Güney’i alkışlayanlara birkaç söz…


Özgün yapım üretemeyenler, bir eseri daha devşirdi! ‘Çalıntı’ demekten kaçınıldığı noktada ‘uyarlama’, ‘intihal’ gibi laf cambazlıklarıyla vurgulanan ayıbın son örneği, ‘Kuzey Güney’! Gördük ki, ünlü dizi ‘Zengin ve Yoksul’un aynısı… Tabii sadece konu babında! Yoksa kalitede aşık atması imkânsız. Kıvanç Tatlıtuğ ve yapıma övgü dizenler yağcılıkta sınır tanımasa da, dost acı söyler! Düşman olmadığımıza göre, Tatlıtuğ’un oyunculuğunu ve üçgen vücudunu kendine bırakıp ‘Ortada övünülecek özgün senaryo yok’ diyoruz. Yağcılara önerim, asıl adı ‘Rich Man-Poor Man’ olan orijinali izlemeleri. Anlayan anlar anlamayan taklide dalar! Yaratıcılığın nasıl ucuzlatıldığını merak edenlere de, bütünlüğü bozulmadan çekilen ve bundan dolayı kurgusunda kopukluğa rastlanmayan ‘Zengin ve Yoksul’un içeriğini sunuyoruz.
Irwin Shaw’un eserinde Rudy, ailenin gözdesi... Güney de öyle! Tom ise iyi kalpli bir serseri. Rudy’yle aynı kıza âşık. Tom eşittir Kuzey. Tom’un dramının başlangıcı, fırında tartıştığı babasına attığı yumruk. ‘Kuzey Güney’deki gibi! Gelelim olacaklara… Rudy, zengin bir politikacıya dönüşür. Suçlu damgası yiyen Tom, sevdiği kızla evlendiği ve her şeyini elinden aldığı için abisine kinlenip serseriliği ilerletir. Sevgiyle öfkenin kesiştiği öykü, yardım istemeyen Tom’un kötü adam Falconetti tarafından öldürülmesiyle noktalanır.
Özetle, ‘Kuzey Güney’ 80 öncesinin dizisi ‘Zengin ve Yoksul’un hatırlanmayacağı umursamazlığıyla yaratılan bir ayıp! Ayıp çünkü yeni gibi sunulmakta… İvedik taklidi ya da ‘Doğuda herkes eşit’ sözleriyle duyguları kabartıp fark yarattıklarını sananlara, bunu eserin gerçek sahibine sormak gerek, diyeceğim ama ne yazık ki hayatta değil. Aslını çeken Amerikalıların da haberi olmayacağına göre, sahiplen gitsin. Yetenek budur işte! Haksızlıkların hak olduğu dünyada, kimileri oturup kafa patlatarak eser yaratır. Kimi dahiler de hazır olanı, önemsiz değişikliklerle kullanıp parsayı toplar. Minareyi çalanın kılıfını hazırladığı ve intihalin sınır tanımadığı gerçeğinde son sözüm, ‘telif hakkı’ diye yırtınanlara. Yaratıcılık kavramı, başkasının ürününün etiket değişimi, şeklinde algılanıp ‘esinlenme’ sahtekârlığıyla ambalajlandığı sürece telifi atınız çöpe!
Anibal Güleroğlu

‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’ zamanla dalga geçti!



Her sonun bir başlangıç olduğunu hatırlatan Osman’ın dış sesiyle sezonu açan ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’, hatalarla dolu bir bölümle karşımıza geldi. İnsanlar, ağaçlar, yollar, evler, her şey değişir diyen dizi, bir yandan insan tohumuyla filizlenen başlangıçlar sunarken diğer yandan da insan dikkatsizliğiyle gözden kaçan mantıksızlıklar sergiledi.
Silahların patladığı gecenin iki yıl sonrasından devam eden dizide zaman kavramı tamamen unutulmuştu. Öncelikle, saç-sakalla olgunlaştırılan kahramanlara karşın, 1967’deki başlangıçta altı yaşında olan Osman bu sürede hiç büyümemişti. Ayrıca Osman kaçıncı sınıftaydı ki, coğrafi bölgelerimizi öğrenmeye başlamıştı? Sosyal Bilgiler konusu olan dersin o tarihte en iyi ihtimalle üçüncü sınıfta işlendiğini düşünürsek(gerçekte dördüncü olmalı), bu ne Osman ne de diğer öğrencilerin görünümüyle bağdaşmamakta. Buradaki kargaşayı daha iyi izah için ‘genel af’ konusuna da değinelim. 1967 sonrası ilk genel af, 15 Mayıs 1974’te çıktı. 1969’daki kısmi af zaten uymaz çünkü o takdirde dizinin başlangıcından itibaren gelişen olayların yaşanmasına zaman kalmaz. Ayrıca da siyasi suçlular bundan faydalanamaz. Bu durumda bahsi geçen genel affın 1974’teki olması kaçınılmaz. Hal böyleyken sezon başlangıç yılı da 1974’e denk düşmekte… Buradan yola çıkıp Osman’ın yaşını hesaplarsak, baştaki altının üstüne yedi daha eklememiz lazım. Ortaya çıkan rakam 13. Dolayısıyla izleyicinin karşısına 13 yaşında bir Osman çıkartılmalıydı! Görüntüyle çelişen yaş durumunu karakterin gelişim bozukluğuna ya da izleyicinin Osman sempatisini kullanma uyanıklığına bağlayıp kanlı finalde silahı göğüs hizasında tutan Hasefe Hanım’ın oğlunu bacağından vurma becerisine geçelim. O nişan pozisyonunda düz gitmesi gereken kurşun, Ali Kaptan’ı bastonlu ‘Dr. House’a benzetmek için mi yolunu değiştirip bacağa saplanmıştır? Belki de, bir çırpıda silahı kapacak kadar atik olan muhteşem kaynananın ateş ederken eli titremiştir. Nasılsa dizi dünyasında her şey mümkün!
Bu arada, eski Galata Köprüsü’ne neden geldiği belli olmayan Ali Kaptan denizi izlerken arkadan sırayla geçirtilen ve daha kaç tur atacakları merakla beklenilen mavi reno, sarı murat gibi araçlara da takılmadan edemeyeceğim. Peki ya yuva yıkan Caroline’in perişan haline ne demeli? Hadi Ali Kaptan hapse düştü de öyle berduşlaştı. Fettan bankacının o duruma gelmesi, izleyiciye kötü kadın dersini bulur, mesajı vermek için zorlama bir sahne! Diziyi Cemile’nin eski ve yeni evlerinin kıyaslamalarıyla komediye çevirenlere, Ali Kaptan’ın evinin ön ve arka kapılarındaki basamakları ne yaptıklarını da sormadan edemeyeceğim. Hani yıkıldılar desek, yerden yüksekte olan kapıların zemine inmesini nasıl açıklayacağız. Anladık dizi yeni sezona yeni evlerle başladı ama ayrıntılar da önemsenip giderilebilirdi. Velhasıl-ı kelam, ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’ perdeyi açarken zamanı eyledi viran!
Anibal Güleroğlu