21 Ocak 2011 Cuma

‘Ayı Yogi’ bile orman kurtarmaya çalışırken…


Bizde ormanlar vasıflarını yitirdiği için 2B ile ‘Yağma Hasan’ın böreği’ne çevrilirken, Yeni Zelanda’daki Jellystone Parkı’na da Belediye Başkanı Brown göz koymuş! Ağaçları yakılarak veya kesilerek yok edilmiş ormanlıklar gibi, ziyaretçisi azalan park da ‘arazi avcıları’nın iştahını kabartır olmuş… Her yaştan çocuğa ‘çizgi film’le ders veren Jellystone Parkı sakini Ayı Yogi’yle yakın dostu Boo Boo ise ‘doğa düşmanları’na günlerini göstermeyi görev edinmiş! Korucu Smith de onların gücüne güç katınca ortaya 3 boyutlu güzel bir yapım çıkmış…
Ayı Yogi ve Boo Boo, bugüne kadar piknik sepetindeki yiyecekleri kapmak için Korucu’yu atlatmaya çalışan kahramanlar olarak boy göstermişti ekranda! Dostça dayanışmalarıyla çocuklara iyi örnek olan bu iki sevimli karakter, ‘doğa’ bilincini de aşılıyordu çizgi film vasıtasıyla… Savaşların, bilim kurgunun hâkimiyetine girdikçe çocuksu masumiyetini yitirdi çizgiler! ‘Arı Maya’lar, ‘Ayı Yogi’ler bir bir terk ederken ekranı savaş çığlıklarıyla dolu animasyonlar küçüklerin beyinlerine şiddeti işlediler… Tıpkı, doğayı sinsice işgal edip katledenler gibi!
Kanlı canlı oyuncularla animasyon karakterleri bir araya getiren AYI YOGİ, tam da doğanın öneminin hatırlatılmasına ihtiyaç duyulan bugünlerde, izleyiciyle buluşuyor. Türkçe dublajla gösterime girecek olan yapımda ‘Gece Gündüz’ programından aşina olduğumuz Yekta Kopan da Boo Boo karakterini seslendiriyor. Midesindeki gurultuyla yeme dürtüsüne yenik düşen Ayı Yogi ise Itri Koşar’ın sesiyle Türk izleyicisine hitap ediyor. Yıllardır çizgi dünyasındaki yerini korumayı başaran Ayı Yogi, zaafları ve tavırlarıyla aslında insanı resmediyor! Doğanın yok edildiğinde tüm canlıların zarar göreceğini komedi diliyle anlatan AYI YOGİ, kendine has karakteriyle gönüllerde taht kuruyor… Arakladığı eşyalarla yaptığı icatlarıysa, ayrı bir tat katıyor! Filmdeki yeşil doğayı ve katletmek peşinde olanları gördükçe, ‘Lütfen ayıların beslenmesi için ormanları kesmeyin’ demek farz oluyor…
Anibal Güleroğlu

Yaşarken ölümü hissettirenler…


Ölümün kaçınılmaz varlığında, önemli olan yaşam gerçeğini kavramaktır aslında! İlerlerken ümit dolu hayat yolunda, bilinmeyenin huzursuzluğu sarıverir bir anda… Anılarla hatalar film gibi yaşanır, geçmişten geleceğe uzanan hesaplaşmada!
Kasabayı meraklandıran BÜYÜK SIR!
İnsanın hayatla en zorlu sınavı, işlediği günahtan dolayı kendi kendisini cezalandırmasıdır. Masumiyetin saflığından, suçluluğun acımasızlığına itilen ruhun kurtuluşu, ancak 40 yıl saklanan büyük sırrın paylaşımına bağlıdır! BÜYÜK SIR (Get Low), yıllar boyu ormandaki evine kapanıp tüm dünya nimetlerinden el etek çeken ve kasabalının zihninde canavarlaşan Felix Bush’un ölmeden gerçeği açıklama çabasını anlatıyor. Seyirciye, dramla romantizmin iç içe geçtiği bir hesaplaşma yaşatan farklı senaryosuyla dikkat çeken yapımda, Robert Duvall ve Bill Murray başarılı oyunculuklarıyla yansıttıkları yaşam dersini içimize işliyor. ‘Az laf çok mesaj’ felsefesinin hâkim olduğu filmde gizemli ihtiyarın can yoldaşı ‘katır’ın da hakkını yememek lazım. Özellikle oturarak verdiği poz, hayvanların insandan daha cana yakın olabileceğini göstermekte! Bir yangının alevleriyle başlayıp küllenen hayatların duygusallığında süren, sıkılmadan izlenecek etkili bir yapım…
Yaşamla ölümün birleştiği AĞAÇ…
Hiç kaybetmeyecekmişiz gibi sarıldıklarımız, beklemediğimiz bir anda kayıp gidiverir elimizden! Sonla, başlangıcın kesiştiği noktadır o an… Gidenin boşluğunu doldurmak için yeni değerler aranır ve tüm duygular ona aktarılır. Tıpkı, babasının ölümünü kabullenmeyen küçük kızın teselliyi AĞAÇ’ta araması gibi… ‘Antichrist’in başarılı oyuncusu Charlotte Gainsbourg burada da aynı mistizmi sergilemekte! Doğayla insan ruhunu birleştirmek için kullanılan motifse, tıpkı o filmdeki gibi dev köklere sahip bir ağaç… Su aramak için köklerini çok uzaklara salan ağaçta evin babasını bulan çocuk, bana ‘Bal’daki küçük Yusuf’un ağaca sığınmasını hatırlattı! Çocuk eliyle çizilmiş ‘Aile ağacı’ndan bir dalın eksilmesiyle başlayan dram, fantastik öğelere yer vererek, ağır fakat bunaltmayan bir tempoda ilerliyor. Ailenin ağaçla ilişkisiyse soru işaretleri bırakıyor. Doğal ve doğaya yönelik temasıyla, yaşamın her şeye rağmen devam ettiğini gösteren AĞAÇ’ta kardeşlerin elbirliğiyle fidan dikip can suyunu vermeleri vurgulayıcı ayrıntı… Çocuk gözünden yaşamla ölüme bir bakış, olarak yorumlanabilecek konuda aile kavramının işleniş biçimi izleme isteğini artırıyor!
GÜNAH KEÇİSİ, İvedik olur mu?
Önyargılarla karartılan yaşamda, bir ‘Günah Keçisi’ bulunur mutlaka! Herkesin duyduğu fakat göremediği bu doğaüstü varlık üstlenirken tüm günahları, yaşamış ya da ölmüş kimin umurunda? Kimseyi kendine rakip görmeyen halk adamı Şahin K. Medya Mühendisi yapımcılığındaki GÜNAH KEÇİSİ’nde, yeniden doğuyor adeta! Sevtap Parman, Nuri Alço ve Coşkun Göğen de yanında… Ali Desidero, Kürşat Kahramanoğlu tekmili bir arada! Üslubuyla Recep İvedik’i çağrıştırması ve iğneleyici esprilerle yapılan imaları biryana, tam bir komedi baştan sona. Hep yaşamın dram yönünü seyredecek değiliz ya…
Anibal Güleroğlu

20 Ocak 2011 Perşembe

GÜNAH KEÇİSİ, ikiyüzlülere bir tokat!


Tebrikler Şahin K’ya ve ‘Günah Keçisi’nde emeği geçen herkese… Bu kadar açık sözlü olduğunuz için! Günahlarını yükleyecek keçi bulma alışkanlığındaki bizlere, ne kadar ikiyüzlü olduğumuzu gösterdiğiniz için!
‘Günah Keçisi’nin basın gösteriminden çıkıp sıcağı sıcağına yazmak istedim film hakkındaki duygularımı. Modern yüzyılın bilim olayı olmasa da, modern yüzyılın ikiyüzlülüğünü en iyi yaşayan bizlere, bizleri anlatmış ‘Denizden Gelen Adam’… Senaryo, üstünde uzun uzun düşünmeyi gerektirmeyen türden! Ancak, tanıdık bir hayatı öylesine sade dille veriyor ki, her karesinde ‘İşte biz buyuz’ demekten kendinizi alamıyorsunuz! Şahin K kim mi? Herkesin bildiği porno aktörü! İnternette bolca ‘tık’ alan ve şimdilerde normal bir filmle, bu kadar abuk sabukluğun prim yaptığı sektörde, ‘Bende varım’ demek isteyen bir adam… Ne yazık ki, engellerle karşılaşıyor. Fragmanıyla bile ilgi çeken yapıma ‘İş yapmayacağı’ bahanesiyle salon verilmek istenmiyor! Medya Mühendislik tarafından yapımcılığı üstlenilen ‘Günah Keçisi’, 100 kopyayla gösterime girecek ama izleyiciyi sınıflara bölenler ona, C ve D grubu seyircinin gittiği salonları layık görüyor. Recep İvedik gibi argo tavırlarıyla gişe rekoru kıran bir tipi koşa koşa izleyen, A ve B grubu mensubu yüksek şahsiyetler bunu izlemez mi? Bu sadece varsayım. Fakat narsisliği doruğa çıkaranların kendileriyle yüzleşme korkusu biryana, sinema izleyicisini gruplara ayırmak başlı başına hata… Önüne ne konursa ‘Amenna’ diyen insanımız, yaşadığı bölgedeki sinema hangi filmi oynatırsa el mahkûm onu izliyor. ‘Varoş halk’ olarak görülenler, kırmızı halılı bölgelerdeki AVM’lerde film izlemeye gidemiyorsa bu onların sinema zevkinden değil maddi yetersizliğinden! Ya da onları küçümseyen saloncular, bölge ayrımı yapıp alt tabaka(!)ya layık gördüklerinin dışında film oynatmıyorlarsa, bu işi kotarmayı bilip para cukkalamayı beceremeyenlerin suçu mudur? Urfa’da Oxford kurdular da onlar gitmedi mi? Kebapla viski içenleri, gitmediği etkinlikler hakkında kulaktan dolma bilgilerle yazı döşenenleri ya da sırf entel görünmek için Türkiye’de henüz gösterilmemiş ödüllü filmler hakkında ahkâm kesenleri unutmayalım! Bunlar mı, A ve B sınıfı izleyici? Hayırlı olsun…
Peki, neden günah keçisine çevriliyor Şahin K? Eski porno filmlerinden dolayı mı? Aklımıza, o tür filmlerde oynayıp daha sonra şov ve sanat dünyasında prim yaparak ceplerini dolduran isimler geldiği için, bu ihtimalden vazgeçiyoruz. Filmin kalitesinden desek, pek çoklarını sollar da geçer! Dijital teknolojinin olanaklarının kullanıldığı yapımda müzik de, görüntü de gayet iyi! Nuri Alço, Coşkun Göğen, Ali Desidero ve Sevtap Parman da popüler isimler… ‘Şahin K’nın fiziğini sevmedik’ diyenlere, ondan daha fiziksizlerin medya tarafından göklere çıkartıldığı cevabını verebiliriz. Küfürlü konuşma bahaneyse, diğer Türk filmlerinde ya da Amerikan yapımlarında bunun kaç misli mevcut! O zaman geriye ne kalıyor? ‘Şahin K’nın kendisini destekleyecek tayfayı bulamaması’! Etrafına magazini toplasa, hatırlı dostları olsa… En büyük Şahin K!
‘Günah Keçisi’nde dizi filmlerdeki çarpık ilişkileri de vurgulayan Şahin K, ‘Kapalı kapılar ardında her şeyi yapıyorsunuz’ diyerek kendisini istemeyenlere, toplumun ikiyüzlülüğünü şamar gibi çarpıyor. Rol yapmıyor, kendi gibi günah keçisine çevrilenlerin duygusunu yansıtıyor. ‘Ye kürküm ye’ diyen Nasreddin Hoca’dan bugüne, daha bir çıkarcı ve riyakâr olanların, adamına göre muamele çekenlerin dünyasında işte bu nedenle istenmiyor Şahin K… Boşa dememişler ‘Doğruyu söyleyen dokuz köyden kovulur’ diye! Yeni bir seri yaratman dileğiyle, yolun açık olsun ‘Günah Keçisi’…
Anibal Güleroğlu

RTÜK’e şikâyetim var!


RTÜK’e şikâyetim var!
Tarihimizi rencide ettiği gerekçesiyle şikâyet edilen ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisi, RTÜK’ten uyarı cezası aldı ve yoluna devam etmekte! Lakin benim ekranlarda dikkatimi çeken bir başka yozlaştırıcı yayın var… Üstelik bu tek bir kanala da mahsus değil! Günün çeşitli saatlerinde televizyonda boy göstermekte… Hangi programdan mı bahsediyorum? Tabii ki, ‘Haber Bültenleri’nden! Efendim, böyle akla zarar program olur mu? Maazallah Türkçe bilen bir yabancı izlese, şoka girer… Yasasıyla, doğa katliamıyla genç nesillere kötü örnek baştan sona! Saçmalardan seçmelere bir göz atalım…
Muhabir mikrofonu uzatıyor, salıverildikten sonra tebdil-i mekânda ferahlık vardır diyerek ortalıktan sırra kadem basan masumların(!) avukatına... ‘Mahkûmiyet kararı çıkması halinde uçan kuşun kafese dönmeyeceğini’ beyan ediyor, keyifli bir edayla! Çocukları kanunun koruyuculuğuna ikna etmek mümkün mü, adalet çevrilirken 1 Nisan şakasına…
Kocaeli Üniversitesi yetkilisi, Dilovası’nda anne sütü ve bebek dışkısında artışa geçen ağır metalleri açıklamakta... Devletin yetkilisiyse ‘Elinde veri yoksa ikide bir çıkıp konuşmasın’ diyerek, bilim adamını mat etme durumunda! Yerel halk, nefes almanın zorluğundan bezmiş ne gam! Hele bir bekleyip telef olmalarını izleyelim, topluca…
Tablada Çin susamlı Türk simidi, bir liradan dört tanesi… Olmamıştık hiç bu kadar ithalat delisi. Her şartta mutlu(!) olan sokaktaki vatandaşın had safhadayken dizilere ilgisi, nüfusumuzu 1 Milyar sanmakta kimisi… Böyle çıkıyor demek ki, küflü susamın etkisi!
‘Yuh’lar yükselirken Arena’da ‘Eyvah Eyvah’ diyerek Ata Demirer’e rakip olan Mehmet Ali Birand, Silivri haberlerini içine sindiremiyor. ‘Kim, nerede, nasıl’ bilmecesine dönen ve Birand’ı da şaşırtan ayrıntılar, haber izleme gafletine düşenlerin aklını hepten karıştırıyor. Tıpkı stadyuma stres atmak için gidildiğini unutup ‘Muhteşem bir düğün gecesine bazıları gölge düşürdü’ diyen Adnan Polat’ın, yuhalayanları tespit edip stada sokmama kararı gibi… Birand, lastik gibi uzatılan konudan ve bitmeyen tepkiler karşısında patlıyor. ‘Yeterrr…’ diye haykırmak isteğini beyan ederek! Bence her alanda suskunluğu sağlamak için, en iyi çözüm milletin ağzını bantlamak!
‘Sandıkta, Abbas yolcu görünüyor’ diyor Oktay Vural 2B tasarısını çıkartan iktidar için! Öncelikle ele alınanların İstanbul, İzmir gibi kıymetli yerler olduğu açıklanıyor Bakan tarafından… Meclis Başkanı, amacın vatandaştan para toplamak olmadığını söyleyip düzeltiyor Bakanı! ‘Orman, durup dururken vasfını nasıl yitirir’ diye düşünüyorum. Kendi kendine kesilmiyor ya bu ağaçlar veya bir gecede mantar gibi bitmiyor ya ağaçların yerine dikilen konaklar. Baltalar elimizde, ağaç bizim neyimize… Biz dalarız ormana hey ormanaaa…
Birkaç örnekten de görüldüğü gibi, Haberler hem kötü örnek oluyor hem de gelecek nesillere, geçmişleriyle ilgili utanç belgeleri olarak miras kalıyor! Tarih önünde küçük düşmemek adına, günümüz haberlerinin ortadan kaldırılması gerekiyor…
Anibal Güleroğlu

7 Ocak 2011 Cuma

‘Haydeee’, güzel bir hayat düşlemeye…


Savaşın acımasız yıkıcılığına bakıp da mümkün mü sorgulamamak, insanların birbirini boğazlama sebebini? Büyüklerin güç ve elde etme tutkusuyla piyonlaşanlar, dayatma amaçlar uğruna akıtırken kanlarını hiç düşünmezler mi neler kaybettiklerini? Karşılıklı doğrultulan silahlarla atılırken savaş çığlıkları, fark etselerdi eğer nasıl kullanıldıklarını yeryüzünden silinirdi savaş gerçeği! Parçalanmazdı, zaten kaçınılmaz ölümle sonlanacak hayatlar… Ve birbirini hiç tanımayan insanlar, birbirine düşman kesilmezdi…
Hersek’in güneyinde küçük bir kasaba… Yıl 1999, Balkanlar’da yeni bir dönemin başladığı günler… Yıllar süren komünist rejimin devrilmesi pek çok değişimi de beraberinde getirmiş! Almanya’daki 20 yıllık sürgün hayatından Hersek’e geri dönen Divko, biten rejimi kendi savaşının başlangıcı olarak görüp, kendisiyle birlikte ülkeyi terk etmeyen karısı Lucija’dan intikam alma arzusuyla yanmakta... Bir zamanların yerli yapımlarında görmeye alıştığımız gurbetçiler gibi altında son model arabası, kolunda sevgilisi ve bolca parasıyla memleketine dönen Divko, karısıyla oğlu Martin’i aile ocağından kovar. Bu kötü başlangıç sonrası baba-oğul arasındaki ilişkide karmaşa yaşanırken, Hırvatistan da Yugoslavya’dan ayrılarak savaş sürecini başlatmıştır. Tüm bu kargaşaya karşın herkeste hala ‘güzel bir hayat’ özlemi vardır…
Oscar’lı filmi ‘Tarafsız Bölge’yle, savaşın ne kadar saçma olduğunu trajikomik bir üslupla anlatan Danis Tanovic, GÜZEL BİR HAYAT DÜŞLERKEN (Cirkus Columbia) filminde de yine dramla komediyi birleştiriyor. Ancak hedefini daha genişletip, savaşın etkilediği yaşamları da vurgulayarak... ‘Underground’ gibi filmlerin başarılı aktörü, Miki Manojlovic’le ‘Lost’ dizisinden tanıdığımız Mira Furlan’ın yer aldığı film, Toronto Film Festivali’nde dünya açılışını yaparken 2011 Oscar Ödülleri ‘En İyi Yabancı Film’ dalında yarışmak üzere aday adayı da seçiliyor. Amerikan yapmacıklığının izlerini taşımayan doğallıklarıyla, izleyiciyi filmin Balkan havasının içine çekmen oyuncular sergiledikleri performansla da konuya derinlik kazandırmayı fazlasıyla başarıyor.
Oyunculuğun yanı sıra senaryosundaki edebi diliyle de dikkat çeken GÜZEL BİR HAYAT DÜŞLERKEN, iyiyle kötünün birbirine karıştığı bir analiz sanki! Komünizmle antikomünizmin çatıştırılması, başta kötü baba olarak sahneye çıkan Divko’nun sonlara doğru olumlu bir çizgiye gelmesi, Martin’in babasının sevgilisiyle aşk yaşaması gibi… Kavramların iç içe geçtiği yapımda, gençlerin beyinlerinin yıkanarak eskiden dost oldukları insanlara karşı nasıl düşmanca tavırlar sergiler hale getirildiklerini görmek de mümkün! Dikkatli bir seyirle satır aralarını okumayı talep eden filmde, insanların ruh halleri çok güzel yansıtılmış. Savaşın acı gerçeğinde, kendi gerçeklerini sorgulayan insan motiflerini bir nakış gibi işleyen Tanovic, Tito zamanında güdülen politikanın yarattığı olumsuzlukların da altını çiziyor. Komünizmin baskıcılığından kurtulan insanların, bilinçli olarak estirilen aşırı milliyetçi rüzgâra kapılıp, karşı saflarda yer alarak birbirini kırmasını, çocukluk arkadaşları üzerinden resmeden yönetmen dağılanın sadece yönetimler değil, insan ruhları olduğunu çok güzel gösteriyor.
İlk bakışta, karısı tarafından davasında yalnız bırakılan bir adamın ailesiyle hesaplaşması gibi görünen GÜZEL BİR HAYAT DÜŞLERKEN filmi, arka planında politik çıkar hesaplarıyla değiştirilen dünya düzenini verirken, bir yandan da Balkan insanının bize pek de yabancı olmayan yüzünü yansıtıyor! Dostlukların, acıların, fikir ayrılıklarının yaşandığı bu coğrafyadan ‘Haydeee’ seslerini dinlerken benliğimizin bir yerlerinde bu yaşanmışlıkların iz bırakan yanlışlarını ve savaşların gereksizliğini hissetmemek mümkün değil… Hem düşünmek, hem de gülmek isteyenler için tavsiye edilir!
& & &
‘Eyvah Eyvah 2’, Karaçalı türküsüyle geldi!
Eski kadrosuna ilave oyuncular alıp birincinin kaldığı yerden devam eden EYVAH EYVAH 2, gönlünü kaptırdığı hemşire Müjgan’ın sevgisini kazanmak ve ona Firuzan’dan aldığı yüzüğü takmak için Geyikli yollarına dökülen Hüseyin’in macerasını anlatıyor… Kendini tekrar gibi olan sahneleriyle alışmışlık sergileyen ve tamamı Kuzey Ege’de çekilen filmin ilkinden farkı, baba Ali Rıza Şeker’in ortaya çıkması! Tabii bir de, ‘Karaçalı’ türküsü… Bir parçanın filmin bütününün önüne geçmesi, bizdeki filmcilik anlayışının son modası! BKM Film tarafından çekilen EYVAH EYVAH 2’nin daha kendisi gösterime girmeden bu türkünün video klipi meşhur oldu bile… Tıpkı ‘Av Mevsimi’nde öne çıkartılan ‘Hayde’ türküsü gibi tüm ekiple doğaçlama seslendirildiği söylenen türkü, ‘Melekem’ ve ‘A Be Kaynana’ parçalarıyla birlikte, film müziği olarak gösterim günü raflarda yerini alacak.
Hüseyin’in ve efradının komik hikâyesini, filmin sembolü haline gelen klarnet eşliğinde ve alışılmış Ata Demirer esprileriyle veren yapım hayatın gerçekleriyle uyuştuğu için kolay benimsenen türden! ‘Hoş ama boş’ diyebileceğimiz rahat konusuyla, zaman zaman ders verir gibi görünse de, özünde derine inmeden sergilenen durum komedileriyle güldürmeyi amaçlayan EYVAH EYVAH 2, benzerleri gibi bolca küfre yer vermediğinden ailece izlenebilecek bir yapım...
Anibal Güleroğlu