26 Ağustos 2010 Perşembe

‘Diriliş’, ölümle yaşam arasındaki çizgi!


‘Siz insanlar, ölmekten korkuyorsunuz ama yaşamaktan daha çok korkuyorsunuz’! Yaşamın insanlara bir armağan olduğunu fark etmeden, onu boşa harcayanlar zaten ölü değil midir? Sevmekten ve yaşam mücadelesinden korkan insan, lüzumsuz işgalden öte, çevresine de zarar verir! Amaçsız bir hayatı mutsuzluk içinde sürdürenin, dünyayı dışkılarıyla kirletmekten başka bir şeye yaramadığı gerçeğini, kim inkâr edebilir?
Canlıyken ölü olanın, kendisini koruma ve hayata sarılma gücüne sahip olmadığını anlatan AFTER. LIFE-DİRİLİŞ, trafik kazası geçiren Anna’nın dünyayla öte taraf arasındaki mücadelesinin hikâyesi! Bedenini cenaze görevlisi Eliot Deacon’ın ellerinde bulan Anna, canlı mı yoksa ölü mü? Ölüm kavramını kabullenemeyen genç kadın, ölümün gerekliliğini savunan Eliot’la, gerilimi doruklarda hissettirecek bir mücadeleye girişecektir…
Korkuların en derini olan ‘ölüm korkusu’yla yüzleşmenin çaresizliğindeki birinin, kendi ölümünü kabullenmesi ne derece mümkün? Öbür dünyaya geçiş sürecinde, yaşamının muhasebesini yaparken, bu dünyada kalmaya değecek bir şeyi olmadığını gören insan, tercihini hangi taraftan yana kullanır? Alışılmışın dışında bir senaryoda, psikopat bir karakterle karşımıza çıkan Liam Neeson, tüm bu soruların cevabını düşünmemizi sağlıyor. Bedenine ve ruhuna saygılı olanın yaşam savaşında ayakta kalabileceğini, cenazecinin hastalıklı görünen mantığından yola çıkarak anlatan yapım, öldükten sonra arkada kalanların hiç umursamadan kısa sürede kendi hayatlarına döneceklerini de keskin bir dille beynimize işliyor! Psikolojik gerilim türünün farklı bir örneği olan filmin mesajını anlamak için, konuşmaları kaçırmamak gerek.
Konunun sıra dışılığı ve kadronun doyuruculuğuna karşın, işlenişindeki kopukluklar dikkat çekici. Rahatsız edici kamera kullanımının yanı sıra bazı sahneler de mantıkla bağdaşmamakta. Ölenlerin adli tıp yerine, basit bir muayene sonucu verilen raporla, cenazecinin ellerine teslim edilmesi ya da morgun kapısını daima kilitleyen cenazecinin anahtarların çalındığını fark etmemesi gibi! Bu tür açıkları çoğaltmak mümkün. Alışılageldiği üzere orijinale uymayan Türkçe adın, konuyla ilişkisiz olarak ölümden hayata dönüşü çağrıştırması da bir başka hata!
‘Varoluşçuluk’ felsefesini seri katil kavramıyla karışık bir yaklaşımla sunan AFTER. LIFE-DİRİLİŞ, hayatla ilgili derin bir nasihat! Etkileyici müziği ve her an yaşattığı belirsizlik gizemiyle, izleyeni baştan sona meraklı bir gerilime sokan film pek çok soruyu da akıllarda bırakıyor! Küçük Jack’in Eliot’la aynı yolun yolcusu olması da, filmin devamının gelebileceğini düşündürmekte.
‘Yaşamı daha değerli kılmak’ için ölümün gerekliliğini vurgulayan AFTER. LIFE-DİRİLİŞ, ‘Bir şansın daha olsaydı, hayatta ne yapmak isterdin’ sorusuyla, sevginin önemini kavramamız ve pişmanlıklarımızı hatırlayıp yaşama daha sıkı sarılmamız için izlenmeye değer bir yapım!
Anibal Güleroğlu

21 Ağustos 2010 Cumartesi

Çocuklaşan ‘Büyüklerimiz’e…



Yaz aylarında düşen dizi temposu, ekran başındakilerin sinema keyfini tatmalarına bir vesile oldu. Tekrarları ve uzun özetleriyle kaçırılması imkânsız hale gelen dizilerden bunalan büyük ve küçüklere yönelik filmler dikkat çekiciydi! Kanal Türk’teki ‘Duma’da, bir çocuğun büyüttüğü çitayı ait olduğu doğaya kavuşturma macerası vardı. Bu vahşi dostluk hikâyesinde, Duma adlı çita gerçek evine kavuşurken çocuk da baba ocağındaki sevginin değerini kavradı. FOX TV’de de yayınlanan bu duygusal öykü, çocuklar kadar büyüklere de ‘dostluğun anlamını’ öğretmeye yönelik bir örnekti!
Aynı saatlerde Samanyolu TV’de ‘Çılgın Çocuklar’, yeni macerayla karşımızdaydı. Diğerinin aksine ‘ailenin fedakârlık olduğunu’ eğlenceli bir üslupla anlatan yapım, Kayıp Düşler Adası’nda geçiyor. Verilen görevi, dürüstlükten şaşmadan yerine getirmeye çalışan küçük Cortezler, aynı zamanda şahsi menfaatlerini ülkesinden üstün tutanlara da gereken dersi veriyor. Başarılarının sırrı ‘aile birliği’nde gizli!
Eğlendirirken olumlu mesajlar veren bu tür filmlerin, uyuşturucu ve silahtan başka konusu olmayanlara üstünlüğü tartışılmaz. Televizyondaki bu güzel örneklere karşı sinemada da, yine çocuk ve büyüklere aynı anda hitap eden bir ‘dayanışma filmi’ gösterime girdi! ‘Kediler ve Köpekler’ adlı yapım, bu ezeli ve ebedi düşmanların ortak tehlike karşısında işbirliğine girişmelerinin öyküsü!
Bu güzel dostluk örneklerine karşı, yöneticilerin boy-soy tartışması haberlerdeydi! Her türlü sorununun ortada durduğu bir ortamda bunları izlemek üzücü. Ülkenin içinde bulunduğu riskli süreci görmezden gelenler ‘çocukça’ atışmakta. Belli ki, hırs her türlü değeri unutturmuş! Belki, dostluk ve işbirliği kavramlarını işleyen böyle filmler gergin ‘Büyükler’e izletilse, onlar da ortak noktada buluşur. Böylece millet mutlu sonu yaşarken, bu didişmeden nemalananlar da hüsrana uğrar. Sıcakların ve referandumun gerdiği bu ortamda, denemeye değmez mi? Ne de olsa, ‘Büyükler’ de çocuktur ve biz, bölünmez bir aileyiz!
Anibal Güleroğlu

‘Umut Yolcuları’nın ayar çeken yolculuğu…


Terörle Mücadele Şubesi’nde idealist bir emniyet amiri, Zahide! Kocasına bile rüşvet alırken suçüstü yapan 657’ye tabi devlet memuru Zahide ve ekibiyle, oğlunun çantasına bomba koyan terörist Seyfo’nun izindeyken tanışıyor Star TV izleyicisi. Tren yolu kenarından başlayan takip, müthiş bir sıçrayışla Bağcılar’da bir okula uzanıyor! ‘Teröristin bu kadar aptalı da varmış’ dedirten Seyfo da, komiser Nasuh’a kendini öldürtüyor. Bu sahnede Seyfo kahraman gibi! Savcının takipsizlik verdiği olayda, Nasuh’un kendisini soruşturan müfettişe kızması da dikkat çekici. ‘Mesele inanıp inanmamakta değil’ diyerek polisi zan altında bırakan amirin, öldürülen terörist için Ankara’nın ayaklandığını, yarın öbür gün bir caddeye teröristin adının bile verilebileceğini söylemesi oldukça manidar!
‘Hem nalına, hem mıhına’ yürütülen ‘Umut Yolcuları’nda, Çocuk Şube Müdürlüğü’nün yansıtılma biçimi de çok rahatsız edici. Spor kanallarının açık olmasını isteyen at yarışçı polisler, bir yandan bahis oynarken bir yandan da çocuklara ruhsal ve fiziksel tacizde bulunuyor. Çocuklar ifade verirken yanlarında bulunması gereken psikolog, ‘üç kuruş aldığı’ gerekçesiyle işini savsaklayıp ifadeleri ayaküstü, toptan imzalıyor. Çocukları bilumum hayvanla özdeşleştiren polisler, ‘Acıktım’ diyene ‘Ağzını, burnunu kırarım. Sesini çıkartma, gebertirim’ karşılığını veriyor.
Komiserin, kendisini uyaran komisere ‘Arıza bunlar, alayı arıza’ dediği dizide, teröristin kimsesiz oğluna ‘Ana-baba vatan haini. Gel de bu veletten hayır bekle’ yorumunda bulunulmasına karşılık ‘Dokuz yaşındaki çocuğa devletin bağımsızlığını mı, vatanın bölünmez bütünlüğünü mü anlatacaksınız’ söylemi, ‘Umut Yolcuları’ndaki yolculuğun yönü hakkında düşündürüyor.
Çocuk Şube’de işlerin ters gittiğini, burayı temizlemek için dişli birinin gerektiğini vurgulamak için bile olsa, önemli bir birimin bu tarzda ele alınması hem çok çirkin hem de güven zedeleyici! Bu tür sahnelerle birilerinin ekmeğine yağ sürmemek gerek!
Anibal Güleroğlu

Bu tempo ‘Kapalıçarşı’ya kepenk kapattırır…


Kahramanlarını zor durumda bırakıp yaz tatiline giren ‘Kapalıçarşı’ dizisi, yeni yayın dönemine kadrosuna ilavelerle girdi. ‘Küçük Sırlar’la aynı anda yayınlanan dizi, ne yazık ki oldukça düşük izlenme oranına sahip oldu. Birinciliği açık ara ‘Küçük Sırlar’ın aldığı reyting sıralamasında ‘Kapalıçarşı’, pek çok programın gerisinde kaldı!
Geçmiş dönem özetinin ardından başlayan yeni bölüm, olayların nasıl gelişeceğini merak edenlerde hayal kırıklığı yarattı. Günışığında yaz tatiline giren ‘Kapalıçarşı’nın gecenin karanlığında, olayların çözümlenmiş haliyle yeni yayın dönemine başlangıç yapması heyecanlı bekleyişe adeta soğuk su kattı! Camgöz’ün kaçırdığı Zeze, asılı kaldığı yerden nasıl kurtuldu? Camgöz nasıl kaçtı? Ziya Baba’nın evinde tetiği çekenle vurulan kim? Elif’le zoraki nikâh masasına oturan Fırat’ın durumu ne olacak? Bu soruları zihinlerde bırakarak sezon finali yapan ‘Kapalıçarşı’, her şeyi oldubittiye getirip kestirme bir dönüş yaptı.
Gece olmuş, polisler gelmiş, Zeze kurtulmuş, Arda hastaneye giderken Elif’le nikâhı kıyılan Fırat da evlerinde oturuyor. Hatta Elif’le, bu sahte evliliğin gidişatı hakkında pazarlık bile yapıyor. Yanan halı kimsenin umurunda bile değil. Her şey o kadar heyecansız ve ruhsuz bir biçimde işlenmiş ki alınan sonuca şaşmamak gerek! Zeynep Eronat’ın, Amerika’dan gelen zengin ve otoriter işkadını havasıyla, Durul Bazan’ın paraya talim eden emir kulu karakteri de ilk bölüm için yeterli ilgiyi yaratamamış. ‘Kapalıçarşı’yı mesken tutacağı kesinleşen ‘Parmaklıklar Ardında’nın Ziynet Sultan’ı bakalım, Ziya Baba’nın tabiriyle geniş sülale gibi olan Kapalıçarşı’yı da himayesine alıp yönetebilecek mi? Belki o zaman, onun hırçın ve dinamik kişiliğiyle bu sessiz-sakin aile ortamı canlanır da ‘Kapalıçarşı’nın izlenme oranına taze kan gelir. Aksi takdirde konunun böyle ağır ve heyecansız tempoda işlenmesi, yeni sezonun ilk bölümünde alınan reytingi daha da aşağı çekerek, ‘Kapalıçarşı’ya kepenk kapattırabilir!
Anibal Güleroğlu

‘Mükemmel Çift’, harcandı mı?



Kanal D’nin yaz sezonunda ekranlara getirdiği ‘Mükemmel Çift’, haftalardır süren bilmecenin ardından nihayet sona erdi! Çekim aşamasından itibaren, içeriğindeki eşcinsel karakterden dolayı, tepkilere sebep olan dizi, nedense medyanın da desteğini bir türlü alamadı. Üç bölüm sonunda, ‘Mükemmel Çift’in akıbeti belirlenmişti bile. Dizinin kaldırılacağı söylentileri üzerine, Kanal D sadece yayın gününün cumartesiye alındığını açıklamıştı. Hatta yeni bölüm çekimlerinin sürdüğünü belirten yapımcı şirket, dizinin kış aylarında da devam edeceğini duyurmuştu! Oysa bu, ‘Mükemmel Çift’i çoktan bitirmeye karar vermiş olan yapımcıların, izleyiciyi saygısızca oyalama taktiğinin ötesinde bir şey değildi.
Zaten, ‘Devam’ açıklamasının üstünden iki hafta geçmeden, yayınlanmaya başladığı günden beri hedef olan ‘Mükemmel Çift’in 14 Ağustos gecesi final bölümüyle ekrana geleceği bildirildi! Böylece ‘Cesur bir iş’ olarak başlayan proje, muhaliflerine yenik düşerek ekranlara veda etti.
Peki, ‘Mükemmel Çift’ neden uzun ömürlü olamadı? İlk bölümüyle güzel bir giriş yapan dizi, sonrasında adeta tıkandı! Televizyonda yapılanı sanat olarak görmeyen, diziyle tanınmak yerine sahnede şöhret olmayı tercih ettiğini söyleyen tiyatro kökenli Tardu Flordun, Bora-Taner karakterini gerektiği gibi yansıtamadı. Gümüş karakteriyle, Anadolu kadınına mücadele konusunda örnek olan Songül Öden de, aynı şekilde Ayça rolüne çok eğreti durdu! Dolayısıyla, oyuncu kadrosunun zenginliğine rağmen, zorlama karakterlerle yürütülmeye çalışılan ‘Mükemmel Çift’ doğallıktan uzaklaştı. Gelişme gösteremeyen senaryonun komedi unsuru içermemesi de izleyici ilgisizliğindeki diğer bir etken! Tardu Flordun’nun mimikleri bile, yapay ve espriden yoksun diziyi kurtarmaya yetmedi. Oysa senaryo biraz daha cana yakın, oyuncular da yapmacıklıktan uzak olsaydı, Arjantin’de izlenme rekoru kıran dizi bizde de pekâlâ başarıyı yakalardı. Ancak sanki birileri özellikle bu yapımın hayal kırıklığı yaşaması için uğraşmış gibi!
Anibal Güleroğlu

Efsane ‘A Takımı’ Kuzey Irak’ta…



80’li yılların en başarılı ve gözde TV dizilerinden biri olan, Frank Lupo ve Stephen J. Cannell’in eseri ‘A Takımı’, işlemedikleri bir suçtan yargılandıktan sonra paralı askere dönüşen dört eski özel birim elemanının hikayesiydi! Purolarından vazgeçemeyen Hannibal Smith önderliğindeki timin çeşitli maceralarını yansıtan ‘A Takımı’, dizi olmanın ötesinde bir tutkuya dönüşmüştü. Her bölümü merakla beklenen dizi, çaresiz insanlara yardımı ve adaletsizliklere karşı savaşı konu almasından dolayı, izleyiciler tarafından sevilmişti.
Bir nesil bu tutkuyla büyümüş, Hannibal’ın soğukkanlı liderliğinde, macera ve eğlenceyi bir arada yaşamıştı! Böylesine sevilen bir yapımı sonraki nesillere bırakmayı amaçlayan ve kendisi de bu diziye hayran olan Joe Carnahan, bu amaçla ‘A Takımı’nı sinemada ölümsüzleştirme yoluna gitmiş. Dizinin eski tutkunlarına saygılı olup orijinaline sadık kalmaya çalışan yönetmen, aynı zamanda ‘A Takımı’nı modernize edip yenilerin beklentisini de karşılamış.
Diziye oranla daha fazla aksiyon ve olağanüstü efektler içeren yapımda, gerçek hayatta imkânsız olan her şey kahramanlarımız tarafından rahatlıkla gerçekleştiriliyor. Kuzey Irak’ı mesken tutup sömüren Amerikan Ordusu’nun ve Amerika’ya rağmen Amerika’ya kazık atan CIA ajanlarının konu edildiği ‘A Takımı’nda, suçlu duruma düşenler yine ülkelerinin çıkarı için uğraşan gerçek vatanseverler! Liman ve geminin havaya uçtuğu sahnede karton kutular gibi etrafa saçılan konteynırlar arasından sağ çıkmayı başaran ‘A Takımı’, ağızlarıyla kuş tuttukları halde yine tepedekilerin gazabından kurtulamıyor. Yani beceriksizliğine kurban arayan Amerikan sistemi kendi pisliğini örtbas etmek için yine dürüstleri harcıyor!
Nefessiz temposu ve onuru kurtarmanın önemini yansıtan konusuyla ‘A Takımı’, herkesin sevdiği dizinin basit geçmişini, başarılı bir biçimde günümüze taşımış. Dostluk temasını ön planda tutarak, takım dayanışmasını vurgulayan ‘A Takımı’, ‘devamı var’ niteliğinde eğlenceli bir yapım!
Anibal Güleroğlu

‘Ölümsüz’ bir intikam öyküsü!



Akıtılan kan asla kurumaz! Hele bu kan, ‘ölene kadar dostluk yemini’ eden arkadaş tarafından dökülmüşse… Her türlü değerin menfaatler karşısında kolayca harcandığı dünyada, en büyük zararı verebilecek olan, dost bilinen düşmandır. Düşmanımızdan korunmak için her türlü tedbiri alırken, dost dediğimize sırtımızı dayar ve güvenin tehlikeli rehavetine kapılırız. İşte en ölümcül darbeyi de savunmamızın sıfırlandığı bu noktada yeriz!
Gerçek bir hikâyeden yola çıkılarak yaratılan ÖLÜMSÜZ, ailesiyle sakin bir yaşam sürmek için işlerini devreden bir mafya liderinin, çocukluk arkadaşının ihanetiyle yıkılışının öyküsü! Yediği 22 kurşuna rağmen mucizevî bir biçimde hayatta kalmayı başarmasından dolayı ‘ölümsüz’ lakabını alan Charly Mattei, ihanetin bedelini sözde dostlarına ödetiyor…
Luc Besson ve Jean Reno’yu, bir yaşanmışlığın beyazperdeye aktarımında birleştiren ÖLÜMSÜZ, güçlü bir intikam hikâyesi! Aksiyon ve dramı mafya içerikli konuda buluşturan yapımda, dostluk ve bağlılık sorgulanmakta. Aynı zamanda polis teşkilatının bozukluğunu da gösteren ÖLÜMSÜZ, Amerikan mafya filmlerinin aksine daha duygu yüklü! Para ve güç tutkusunun çocukluk arkadaşlarını bile can düşmanına çevirebileceğini, klasik Jean Reno tarzına uygun olarak, yavaş bir tempoda sunan filmin müzikleri de kulaklara ziyafet! ‘La Fuente de La Vida’nın muhteşem nağmeleriyle başlayan ÖLÜMSÜZ, ‘Un Bel di Vedremo’nun ihanete isyanıyla sürüyor… Teknik olanakların gösterişinden uzak olan yapımda, tüm yük insan faktöründe! İlerlemiş yaşına rağmen müthiş performansıyla izleyeni filmin içine çekmeyi başaran Reno, kariyerinde bir kez daha devleşerek adeta yeni nesillere ders veriyor.
Konusu oldukça sağlam olan ÖLÜMSÜZ’ün en büyük eksiği sunumunda! Süresinin kısalığının da etkisiyle, olaylar çok kestirme verilmiş. Görsellikten ziyade duyguya odaklanan yapımda, zaman mefhumunun yetersizliği, seyir keyfinde bir doyumsuzluk yaratıyor. Reno’nun tek başına öne çıktığı filmde kurgunun da çok başarılı olduğunu söylemek imkânsız.
Dostluk ve sadakat sorgulanırken ‘Aile her şeyden önemlidir’ mesaj veren, baştan sona duygu yüklü yapımda, Fransız sinemasının alışılmış motiflerinden ‘Müslüman’ kavramı da unutulmamış. Hayatına kast eden çocukluk arkadaşının ihanetini affetmeye hazır olan ÖLÜMSÜZ’ün unutamayacağı tek şey, kendisi için yaşamını ortaya koyan ‘Müslüman dost’un köpeklere yedirilmesi! Fransız sineması, Fas ve Cezayir kökenli vatandaşlardan dolayı bu etkileyici vurgulamaya ihtiyaç duyuyor olsa gerek…
Fransa’da ‘ölümsüz’ lakabıyla tanınan ve yaşamı boyunca 13 kere suikasta uğrayıp, polisin tüm çabalarına karşın delil yetersizliğinden dolayı hapisten kurtulmayı başaran, sonunda da yirmiden fazla kurşuna rağmen hayatta kalan gerçek bir mafya liderinin hayatından yola çıkan ÖLÜMSÜZ’ü izleyenler, akıtılan kanın hesabının her an sorulabileceğini ve eli kana bulaşanın sırtını dönüp gitmesinin asla mümkün olmadığını görecekler…
Anibal Güleroğlu

13 Ağustos 2010 Cuma

‘Cehennem Melekleri’, her yerde ‘Büyükler’…


Güney Amerika’daki küçük ülkelerin kaderi, arka bahçe olmak! Kendi yarattığı canavarı, kafa tutmaya başladığı anda yok etmek için özel timler kullanan ‘Dünya Şefi’, iyiyle kötünün rollerini aynı anda oynuyor! ABD vatandaşlarını rehin alan Somalili korsanlara paralı askerle müdahaleyi tercih eden ABD’nin Güney Amerika’da yönetime getirdiği kuklalara müdahalesi de CIA vasıtasıyla gerçekleşiyor…
El attığı yerleri gerçekte perişan eden ABD’nin, kahraman yönünü ortaya koymak isteyen Sylvester Stallone, CIA ajanı tarafından uyuşturucu tarlasına çevrilen bir ada ülkesini kurtarmaya soyunan ekip öyküsü yaratmış! Bunun için de aksiyon filmlerinin eski tüfeklerini THE EXPENDABLES filminde buluşturmuş. Adeta yaşayan efsanelerin geriye bırakmak istedikleri son bir anı gibi!
Orijinaliyle ilgisiz bir şekilde CEHENNEM MELEKLERİ adıyla ülkemizde gösterime giren filmde Arnold Schwarzenegger ve Bruce Willis beş dakikalık misafir oyuncu! Kaliforniya Eyaleti 38. Valisi olan Arnold, yakın dostu Sylvester için kamera karşısına geçerken aynı zamanda Başkanlık için de reklamını yapmış. Kilise sahnesinde Sylvester’ın ‘Onun amacı Başkan olmak’ tarzındaki yorumu dikkat çekici!
Kadrosu büyük, senaryosu küçük olan yapımda, yaşlanmış yüzleriyle karşımıza çıkan aksiyonun devleri doğal olarak eski performanslarını sergileyemiyor. Neyse ki teknoloji imdada yetişiyor da en olmayacak hareketleri yapabiliyorlar! Konuşmadan çok silah seslerinin hüküm sürdüğü yapımda, hantallaşmış Mickey Rourke da motor ve dövmeleriyle boy göstermekte. Senaryosu ve efektleriyle değil ama kadrosuyla sinema tarihine damga vuracak olan filmde, hayatta birbirlerinden başka tutunacak kimseleri olmayan savaşçı erkeklerin öyküsü yer alıyor. Kurgu ve konuyu bırakıp efsane isimleri bir arada görmek isteyenlere, jübile niteliğindeki CEHENNEM MELEKLERİ bir fırsat!
Geçmişini özleyen BÜYÜKLER…
Her şeyin başlangıcı güzeldir. Sonrasında derinlik başlar. Asıl güzellik bu derinliği yaşayabilmektir! Yıllar, hayata bakışı değiştirirken küçük mutluluklardan keyif almayı da unutturur. Sonra hiç beklenmeyen bir anda, geçmişten gelen bir anı köklerde saklı olan güzellikleri yeniden yakalama isteği doğurur. Bu keşmekeşte yetişen çocuklarımızın teknoloji duygusuzluğunda mekanikleştiğini görmekse, isteğin aslında ihtiyaç olduğunu vurgular! Modern dünyada ‘Cehennem Melekleri’ne dönen çocuklarımıza gölde taş sektirmenin, bardak telefondan konuşmanın ve ailece piknik yapmanın mutluluğunu tattırmak isteriz. Bunun için tek yapmamız gerekense, önce kendimizi içine soktuğumuz kıskaçtan kurtarmaktır!
BÜYÜKLER, yıllar sonra yeniden bir araya gelen arkadaşların, dostluklarını pekiştirip çocuklarına da aşılamalarının öyküsü. Beş usta komedyenin, sevgi ve komedi temalarını aile sıcaklığında sundukları filmde, kahkaha kendiliğinden geliyor! Gerçek mekânda, bilgisayar abartmaları olmadan, doğal ve samimi bir yaşanmışlık izleyip kendimizi bulmak için BÜYÜKLER ideal!
Anibal Güleroğlu

Belgesel izlemek de güzeldir!



Sürekli dizi ve film izlemekle körelen kültür birikimimizi geliştirmek için biraz da belgesellere değinmek ihtiyacını hissettim. Bu hafta birbirinden güzel iki belgesel var!
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti kapsamında yönetmen Erden Kıral tarafından TV için hazırlanan ‘Haliç-Altın Boynuz’ belgeseli, kardeşçe bir arada yaşama duygusu üzerine kurulu! Bölgenin çok kültürlü tarihi üzerine kurgulanan belgeselde, İstanbul’un geçmişe dönük yüzüyle bugününün karışımını, şiirsel bir anlatımla izlemek mümkün. Büyülü bir gerçekliği yansıtan ‘Haliç’te, günbatımında bölgenin üstünü örten sis ve güneşin ateş topu görüntüsü doyumsuz bir güzelliği yansıtmakta! Modern mimari arasındaki asırlık yapıların, denize açılan dar sokaklarda oynayan çocukların resmedildiği belgeselde Fener’de, 1454’te İstanbul’un fethinden bir yıl sonra kurulan en eski eğitim kurumu ve yapı malzemesinden dolayı en ilginç ibadet yeri olan Bulgar Kilisesi de unutulmamış. ‘Haliç’in can damarı Eyüp ise mistik bir çekimle, ibadete davet etmekte!
Bir diğer belgesel de, ‘Arabia’! 3 Boyutlu olarak çekilen yapım, seyredeni Mekke ve Medine’deki kutsal mekânların ruhani dünyasına çekerken, Arap tarihine de ışık tutup bilgilendirmekte. Arabistan’ın en önemli eski uygarlıklarından olan Nebatilerin yaşattığı altın çağdan başlayıp günümüze kadar gelen belgeselde, izleyiciye Sahra Çölü’ndeki tarihi kalıntılardan Kızıldeniz’e uzanan eşsiz bir yolculuk yaşatılmakta! Birbirinden güzel müziklerle hazırlanan yapımda Nebati tarihi, Medain-i Salih şehrindeki kazı görüntüleri eşliğinde anlatılmakta. ‘Tütsü’nün Arap tarihindeki önemine değinen belgesel, Avrupa tapınaklarına yollanan ‘tütsü’ sayesinde yaşanan altın çağın nasıl son bulduğu hakkında da bilgi vermekte! Hz. Muhammed’in bilimi ve öğrenmeyi teşviki sayesinde, Avrupa’dan çok önce gerçekleştirilen buluşlara da değinen yapım ‘petrol’le başlayan ikinci altın çağdaki modernizasyonu da nakletmekte. Hoşgörü ve gelişimi anlatan bu belgeseller izlenmeye değer!
Anibal Güleroğlu

‘Kuma’ Toroğlu’nun parçalayan dönüşü!



Futbolseverler, verdiği teknik bilgiden ziyade kendine özgü konuşmalarıyla adından söz ettiren yorumcuya nihayet kavuştu! Lig TV’den ayrılmasının ardından bir süreliğine ekranlardan uzak kalan Erman Toroğlu, transfer olduğu Kanal Türk’te muhteşem bir dönüş gerçekleştirdi.
Romanya’yla oynanan milli maçta, saha kenarından Ahmet Çakar’la yayına hazırlanan Toroğlu yayın öncesi ortaya konulan cam masayı kırmış! Bu olayın ardından Kanal Türk’te başlayan canlı yayında Erman Toroğlu ve Ahmet Çakar maç yorumundan önce yaşananları değerlendirdi. Kendisine ‘Hoş geldiniz’ denmesine, ‘Hoş geldik, iyi geldik. Biraz etrafı kırarak geldik’ karşılığını veren Toroğlu oldukça neşeliydi! ‘Ortada cam bir masa vardı. Şimdi tuzla buz oldu’ diyen sunucudan sözü alan Çakar, olanları ‘Nazar’ olarak yorumlayıp ‘Az önce yaşananlar şu anda olsaydı kasten yapıldı denirdi’ açıklamasını yaptı. Böylece, olası ‘Reyting için yapıldı’ eleştirilerine ön savunma getirdi! İnandırıcılığın dibe vurduğu medyada olay reklam için değilse, Çakar bu vurgulamaya neden ihtiyaç hissetti? ‘Takdir izleyenin’ diyerek olayı ekrana yansıtmak, inandırıcılık açısından daha gerçekçi olmaz mıydı?
Görüntülerin yayınlanmasının ardından ‘Hoca sen de yüklenmişsin, ağırlık vermişsin’ diyen Çakar, anlaşılan az önce yaptığı ‘Nazar’ tespitini de unutmuştu. Birbiriyle çok iyi anlaşan eski dostlar böylesine dikkat çekici bir başlangıç yaparken, Ahmet Çakar’ın Toroğlu’nun Kanal Türk’e katılımına ‘Kuma geldi’ yorumuysa hayli ilginçti! Kendisini ‘Asıl’, Toroğlu’nu ‘Kuma’ gören Çakar’ın Reha Muhtar’a yakıştırdığı sıfat ne acaba? Çakar-Toroğlu ikilisinin bu açılış şovu, yaşanacak hoşluklar(!) için bir giriş niteliğinde. Tabii ‘Evin reisi’ Reha Muhtar’ı da yabana atmamak lazım! Muhtar’ın ‘Reis’ duruşuyla, ‘Kuma’nın diline ‘fren’ olma ihtimali de mevcut. Masa parçalayarak dönüş yapan Toroğlu, isyan edip aileyi de parçalar mı acaba? Yeni sezonda, Kanal Türk’te futbol dışı heyecanlı gelişmeler izlemeye hazır olun!
Anibal Güleroğlu

6 Ağustos 2010 Cuma

Yine, yeniden ‘Çocuklar Duymasın’…


Ekranlarda hüküm süren atalet nihayet ortadan kalkmaya başladı! ATV de, yıllar önce yayınlandığı dönemde ilgiyle izlenen ancak olaylı bir şekilde son verilen ‘Çocuklar Duymasın’ı, yeniden izleyiciyle buluşturdu. ‘Asla birlikte çalışamayız’ ifadeleriyle ayrılan ekibi toplayıp yeni katılımlarla zenginleştiren Birol Güven, beklentisinin yüksek olduğunu belirtip reyting konusundaki heyecanını paylaşmış! ‘Çocuklar Duymasın’dan çok umutlu olan Güven, birincilik dışında hiçbir sonucu başarı olarak göremeyeceğini söylemekte. Her olasılığa karşı da, televizyonu futboldaki topa benzeterek kötü netice gelmesi halinde bunun ATV’nin sorunu olacağını açıklıyor. Gerçekte, ATV’nin değil de asıl diziden ekmek yiyenlerin sorunu olur!
Olağanüstü reklamı yapılan ve oyuncusundan yapımcısına iddialı olan dizinin yayınından önce, ‘Çocuklar Duymasın Başlıyor’ bölümüyle kamera arkası görüntüleri ekrana geldi! Yedi yıllık aradan sonra Ayşen Tekin ve Özgür Ozan’ın yokluğunun göze çarptığı dizi hakkında oyuncu görüşlerine de yer verildi. Büyük talep olduğunu söyleyen Tamer Karadağlı, sokaktaki herkesin diziyi istediğini belirtti. Pınar Altuğ Atacan, ‘Yedi sene önceki son bölümü sanki dün çekmiş gibiyiz’ derken, Ferdi Akarnur da ‘aile dizisi’ oldukları için böylesine sevildiklerini vurguladı.
İlk bölümde 1+1 Daireleri ‘zamparalık mekânı’ olarak gören taş fırın Haluk, Ermeni tasarısından AB’ye her sorunu halledip ‘karşıt görüş’ konusunda Kamer Genç’i anmayı ihmal etmedi! Kadına çiçek verilmesini boşanma nedeni olarak gösteren Haluk’tan başka Hüseyin’le yancısının at peşinde koşmak yerine İspanya ve Almanya ligine ilgi duymaya başlaması da dikkat çekici! Anlaşılan ‘geri dönüş’ yapan dizide bundan böyle İddia hüküm sürecek. ‘İnternet’in reklamı da cabası…
Dizi oyuncularının dediği gibi, hayat durmadığı sürece ‘Çocuklar Duymasın’ sürer mi? Bunu aynı gece oynayan ‘Kavak Yelleri’ ve ‘Keskin Bıçak’ karşısında alacağı reytinglere bakıp göreceğiz. Tabii ilk gösterimdeki sayılmaz!
Anibal Güleroğlu

‘Şen Yuva’nın vurduğu taşlar…


Yayın günü değiştikten sonra, ‘Survivor’ ve ‘Çarkıfelek’le rekabete girişen ‘Şen Yuva’, reyting sıralamasında yükselişe geçti! Beğeni toplayıp izleyici kitlesi oluşturmaya başlayan dizinin beşinci bölümünde, son günlerin gözde tartışma konusu olan ‘arabesk muhabbeti’ne de yer verildi. ‘Şen Yuva’nın bu haftaki konusunda, ikiyüzlülüğüyle baba sevgisine nail olan uyanık kardeş Nurettin’in, nasıl bu hale geldiği geri dönüşle anlatıldı! O günlerde, evlenmeyi düşündüğü kızla buluşan kıvırcık Nurettin, cafede çalan ‘arabesk’ müzikten hiç hoşlanmıyor. Fena halde ‘irite’ olup müzisyenleri uyaran Nurettin, konservatuarda eğitim görmesiyle övünüp onlardan ‘Yıldızların Altında’ parçasını çalmalarını istiyor… Huşu içinde müziği dinleyen Nurettin böylece Fazıl Say tarafından başlatılan bitli-yavrulu arabesk tartışmasını da ‘Şen Yuva’ya taşımış oluyor! İlerleyen sahnelerdeyse Klasik Nurettin’in nasıl arabeskleştiği gösteriliyor. Kız arkadaşının ihanetiyle ‘dönüm noktası’ yaşayan Nurettin, o klasik halinden kurtulup lüle lüle saçlarını gözünü kırpmadan kesiyor. Ayna misali parıldayan kafasında, dönüşümün ışığını hisseden Nurettin o andan itibaren benliğinden fışkıran arabeski yaşamaya başlıyor. ‘Bugüne kadar halka hep tepeden baktım. Kendime gelmek için böyle bir şoka ihtiyacım varmış. Artık klasik müzik yok. Arabesk-fantezi müzik yapacağım’ diyerek halka inen Nurettin, halkın tercihini aşağılayarak yükseldiklerini sanan değerli klasiklere göndermede bulunuyor! Anlayana sinek saz…
Nurettin aracılığıyla Fazıl Say’ın Türk halkına ‘çirkin’ yaklaşımını eleştirip taşı gediğine koyan ‘Şen Yuva’da dikkat çeken bir başka nokta da devlet memuruna vurulan taşlar! Her bölümde devlet memuru ‘ayrıcalıklı kişi’ olarak yansıtılmakta. Bu takıntı, memuru pısırık ve çekingen gören Mualla Hanım’ın, elini öpen öğretmene ‘Devlet memuruna göre bayağı girişkensiniz’ demesiyle bir kez daha vurgulandı. Böylece bizler de devlet memurunun olumlu ve olumsuz vasıflarını öğrenmiş oluyoruz…
Anibal Güleroğlu

Türkçeyi bozanlara tebrik koyuyorum!



Türk Dil Kurumu, Türkçeyi yabancılaşmaktan kurtarmak için, günlük hayatta sıkça kullanılan pek çok sözcüğe yeni karşılık bulmuş! Bunların arasından televizyonla ilgili birkaç örneği paylaşmak istedim… Yapılan değişikliğe göre bundan böyle ‘klip’ yerine ‘görümsetme’, ‘prime time’ yerine de ‘altın saatler’ denilecek. Aynı şekilde ‘tribün’ün karşılığı ‘sekilik’, ‘amblem’inki de ‘belirtke’ oldu. TV izleyicisi de artık ‘zaping’ yerine ‘geçgeç’ yapacak!
TDK, dilimizi kurtarmaya çalışırken televizyon dizileri de bozmak için çabalıyor! Farklılık yaratıp izleyicisini artırmak isteyen yapımcılar, dizi karakterlerini ya şiveli konuşturuyor ya da bildiğimiz kelimeleri değiştirerek garip bir Türkçe yaratıyor. Şive açısından konuyu ele alırsak, kış aylarının gözdesi ‘Doğu şivesi’! Ağaların, aşiretlerin hüküm sürdüğü ‘Aşk Bir Hayal’ gibi dizileri izlemekten bıkanların önündeki seçenekse Abiye Kuzu’nun anlamsızlaştırdığı atasözleriyle dolu olan ‘Türk Malı’… Kışın doğudan sert esen rüzgâr yazla birlikte yerini batının yumuşak esintisine bırakıyor. Geçen yaz ‘Son Ağa’, ‘Baba Ocağı’ dizileriyle ‘Ege şivesi’ ekranlara taşınmıştı. Kolaycılığı yaratıcılık sayan yapımcılar, bu sene de aynı çizgideki ‘Düriye’nin Güğümleri’ni izleyicinin önüne koydular. Listede seçilecek yemek sayısı da sınırlı olunca izleyici çaresiz, ‘Baba Ocağı’nın ‘anaerkil’ çeşidini hazmetmek durumunda kalıyor. İncir çekirdeğini doldurmayan konusu bir yana, şivenin abartılı kullanımı da rahatsız edici! Sürekli ‘Gari’ kelimesinin tekrarlandığı ‘Abooov’larla dolu konuşmalar, yöresellikten çıkıp tüm Türkiye’nin diline dolanıyor. Bunları izledikçe, özenle yaratılan Türkçemizin ‘Ne kadan mikemmel’ bir bozulma sürecine sokulduğunu görmemek mümkün değil! Türk Dil Kurumu istediği kadar Türkçeyi yabancı kelimelerden kurtarmaya çalışsın, televizyoncularımız ‘Söz sükûtsa gümüş altındır’ vecizeleriyle, onu yozlaştırıp gençlerin beynine işlemeyi çok iyi başarıyor. Hadi gari, size tebrik koyuyorum! Abooov…
Anibal Güleroğlu

Ajan kriziyle örtüşen ‘Ajan Salt’ kimden yana?



Rusya Devlet Başkanı Dimiti Medvedev’in Barack Obama’yla Washington buluşmasının ardından on kişi Rus ajanı olarak gözaltına alınmıştı. Kendilerine ‘Amerikanlaşma eğitimi’ verilen bu kişilerin medya dâhil pek çok alanda yıllardır faaliyet gösterdiği ve üst düzey görevlilerle bağ kurup istihbarat topladıkları iddia edilmişti. CIA içinden de bilgi edinmeye çalışan bu Amerikan vatandaşı görünümlü Rus ajanları, soğuk savaş döneminin iki nükleer gücü arasında krize yol açmıştı! Özellikle ‘Kızıl ajan Anna’nın öne çıktığı bu krizin ardından güzellik uzmanı olarak bilinen bir başka Anna da, ABD’nin cephane listesindeki silahları kaçırırken yakalanıp yeni bir ajan krizi yaratmıştı.
Bu gerçek ajan öyküleri hala gündemdeyken AJAN SALT da sinema seyircisiyle buluşuyor. Konusu ve zamanlamasıyla ilginç bir tesadüf! Kurt Wimmer sanki senaryoyu Rus ajanı avına çıkan istihbarat örgütlerinden bilgi alarak yazmış gibi. İçeriğindeki olayları, gerçekte yaşananlarla kıyaslayınca hiç de hayali olmadığı çok rahat görülmekte. Soğuk savaş döneminde, Rusya’da büyük gizlilik içinde yürütülen ‘X Günü’ projesi kapsamında, çeşitli yollardan ele geçirilen çocukların özel eğitimle birer silaha dönüştürülmesi anlatılmış! İngilizceyi ana dili gibi konuşan ve Amerikalı gibi yetiştirilen bu ajanları Amerika’da etkili görevlere yerleştiren örgüt, tam da Rusya Başbakanı’nın Amerika ziyareti esnasında faaliyete geçiyor. Kendi başkanlarını öldürmek ve Mekke’ye nükleer füze yollayıp İslam âlemini ABD’ye karşı kışkırtmak görevi de onca erkek ajan içinden SALT’a veriliyor. Klasik ABD anlayışına göre oluşturulan filmde, yine en büyük Amerika! Kötü rolü, Ruslara kalırken hedeftekiler de her zamanki gibi Müslümanlar.
ABD’yi övmek için erkek ajanları yeterli bulmayan yapımcılar, Angelina Jolie üstüne kurulu bir film yaratmış! Jolie de, ‘Mr. and Mrs. Smith’, ‘Lara Croft’ ve ‘Wanted’ filmlerinden daha iyi bir performansla kendisine ümit bağlayanları hayal kırıklığına uğratmamış!
Müthiş bir hızda akıp giden filmde, bir bayandan beklenmeyecek nefes gücüyle, kendisi gibi eğitimli erkek ajanlara toz yutturan AJAN SALT, biyonik kadın gibi! Yerçekimine meydan okuyan SALT’un, hareket eden araçlara tam isabetle atlayışlarını sorgularken asansör boşluğundaki inanılmaz sahnelerde ‘Bu kadarı da fazla’ diyoruz. Aksiyon-gerilim adına yaratılan bu görüntüler filmin doğallığına fazlasıyla zarar vermekte! O yaşa kadar nasıl olup da geçmişi hatırlamadığını anlayamadığımız SALT’un örümceği çıplak elle tutup zehrini şırıngaya çekmesi de büyük başarı!
Olağanüstü yetenekleriyle hayrete düşüren, CIA için ölümü bile göze alan ancak çocukluğundan beri Rus planının bir parçası olan SALT’un gerçek kimliğini anlamaksa pek mümkün değil! Devamı varmış hissi uyandıran AJAN SALT, akılda sorular bıraksa da Angelina Jolie hayranları için sıkılmadan izlenecek bir yapım.
Anibal Güleroğlu