16 Mayıs 2010 Pazar

ROBIN HOOD, onurun ve adaletin öyküsü…



‘Kalkın ayağa kalkın, kuzular aslan olana kadar’! Hakça adalet uğruna verilen savaşın başlangıç evresini seyirciye yansıtan ROBIN HOOD, 63. Cannes Film Festivali’nin de açılışını yaptı. Bu destansı dev yapımın kadrosu da, filmin kahramanı kadar efsanevi bir çizgide. Akademi ödüllü Russell Crowe, ‘Gladyatör’ filmindeki başarılı performansını burada da sergiliyor. Yönetmen Ridley Scott ve vizyondaki ‘Yeşil Bölge’ filminin de senaristi olan Oscar ödüllü Brian Helgeland da, bu popüler kahramanlık öyküsüne hayat veriyorlar.
Demokrasi yolunda ilk adım sayılan Magna Carta’nın mimarı olan taş ustası babasıyla, küçük yaşta ayrı düşen Robin Hood, Kral Richard’ın ordusunda savaşan usta bir okçudur! Kral’ı cesurca eleştirdiği için cezalandırılan Robin Hood’un kaderi, Kral’ın savaşta ölmesiyle değişecektir…
Çekimleri İngiltere ve Galler’de gerçekleşen film, Kral 1. Richard’ın ölümünden Magna Carta Özgürlük Bildirgesi’nin gündeme gelmesine kadarki süreci ele alıyor. Her çağda gelişerek varlığını sürdüren Robin Hood’un kahramanlık öyküleri, sözlü efsaneden yazılı metne dönüşerek, İngiliz edebiyatının ölümsüzleri arasına girmiş. 30’un üzerinde sinema ve televizyon yapımına konu olan Robin Hood için tek ve belirgin bir karakter bulunmamakta. Herkesçe farklı yorumlanan bu efsanevi kişiliğin ortak özelliğiyse, haksızlık ve adaletsizliğe karşı verdiği savaş! Başlangıç kısmı biraz ağır olsa da konuya giriş için bu kaçınılmaz. Konunun işlenişi kadar yapımındaki kalite de dikkat çekici! Filmdeki şatolar, bilgisayar efektleriyle uzatılarak çevrelerindeki yerleşimden arındırılmış. Kostüm ve dekorların yanı sıra savaş sahnelerinde de büyük emek harcanmış. Tarihten gelen bu dönem filmi, her devrin konusu olan unsurları izleyiciye gösteriyor! Akka’da binlerce Müslüman katledilirken, kafasını kesmek üzere olduğu kadının gözlerinde acıma duygusu gören Robin Hood, bu katliamdan sonra Tanrı’yla işlerinin olmadığını itiraf edecek kadar dürüst! Üstelik bu olayın sorumlusu Kral Richard’a, Tanrı’nın yanında yeri olmadığını söyleyecek kadar da cesaretli biri… Film, İngiltere’de krallık tarafından sömürülen halkın özgürlük ve hakça yaşam için savaşını anlatırken, bir yandan da Fransızların sivil halka karşı vahşetini sergiliyor! Yarı Fransız yarı İngiliz Nottingham Şerifi, her devrin-herkesin adamı olanlara çarpıcı bir örnek teşkil ediyor. Dünyaya en büyük zararı verenler de böyle zayıf karakterli insanlar değil mi? Günümüzde insan hakları için nutuk atanların, kulübeye doldurduğu halkı yakmaya çalışmalarını izlerken dünyanın ikiyüzlülüğünü bir kez daha anlıyorsunuz. Yönetime geçenlerin, konumlarını sağlamlaştırdıktan sonra verdikleri sözleri rahatça inkârları da yaşamdan bir ayrıntı. Bu nedenle ROBIN HOOD’u sadece bir kahramanlık efsanesi olarak değil, günümüzdeki haksızlık ve sömürü düzeninin tarihteki yansıması olarak görmekte fayda var. ROBIN HOOD efsanesinin insanlaştırılmış halini, onurlu ve hakça yaşamdan yana olan herkes izlemeli!
Anibal Güleroğlu

TAKİYE: ALLAH YOLUNDA…


Takiye, yani gerçek niyetin gizli tutulması, din sömürüsü yapanların başvurdukları yöntem! TAKİYE: ALLAH YOLUNDA, saf ve inançlı insanların Allah adıyla kandırılmasına dair, bir yaşanmışlık öyküsü. Türkiye ve Almanya’da büyük yankı uyandıran gerçek bir dolandırıcılık olayının ‘sansürlü’ hali!
Metin ve Numan Almanya’da yaşayan iki kardeş. Hastanede çalışan Metin, abisinin aksine dini duyguları güçlü biri. Oğlu ve karısıyla mutlu bir yaşam süren Metin, Almanya’daki Türklere faizsiz kazanç vaat eden JİMPA adlı şirkete fazlasıyla güvenir. Metin’in yol göstericisi Hüseyin Bey, görünürde Almanya’daki Türklerin İslam’dan kopmaması için çalışmaktadır. Onun da teşvikiyle, JİPMA’yla bağlarını ilerletmeyi düşünen Metin’i kayınpederi Hoca Efendi, uyarır! JİMPA’nın cami propagandasının ardından cemaati para yatırmaya teşvik eden Metin, kayınpederinin uyarısını dikkate almaz. JİMPA’nın parayı toplayıp kaçmasıyla hatasını anlayacaktır…
Türk-Alman yapımı olan film, politik-dram türünde! Senaryosu, yapımcı Kadir Sözen’e ait olan filmin yönetmeni Ben Verbong. Beş yılda hayata geçirilen projede başrolü üstlenen Berlin doğumlu Erhan Emre, Alman WDR TV için çekilen ‘Dilekler Zamanı’ dizisiyle Avrupa’da dikkat çekmiş bir oyuncu.
Nedense dini konulara eleştirel yaklaşan filme soyunulduğunda, ‘ürkek’ bir yapım ortaya çıkıyor! ‘Ne şiş yansın ne kebap’ zihniyetiyle yazılan senaryoya, yönetmen tedirginliği de eklenince boşlukta kalan filmler izliyoruz. Tıpkı, ‘The İmam’, ‘Takva’, ‘Büşra’da olduğu gibi! TAKİYE: ALLAH YOLUNDA da bu kervana katılmış. Başlangıç jeneriğiyle cesur bir yapım izlenimi veren filmde, konunun gerçekliğine karşın, işlenişteki tutukluk ve kurgudaki kopukluk dikkat çekici! Gerçek öyküyü bilmeyen anlamakta zorlanır. İnanç sömürüsü yansıtılırken, fazlasıyla tedbirli davranılmış. Hedef olma kaygısıyla olsa gerek! Dizilerde başarılı bulunan Erhan Emre, karakterine adapte olamamış. Diğer oyuncular da aynı durumda! Filmin acemiliği onlara da aksetmiş anlaşılan. Bu kadar isabetli bir konunun böylesine amatörce verilmesi, beklentileri boşa çıkarıyor. Yer yer uyutucu tempoda seyreden öyküde, aksiyon ve görüntü de tatminkâr değil. Sözün özü, uyarı misyonuyla yola çıkılmış ama söylemek istenilen fısıldanmış adeta! Sonuçta, sorumlular ima edilse de konu yoruma açık! ‘Yorumlasak da nafile’ deyip beklentisiz izlemekte fayda var.
IRON MAN 2, barış ondan sorulur!
IRON MAN2’de, kimliğini açıklayan Tony Stark dünyadan çok kendisini kurtarmaya çalışıyor. Mickey Rourke da, Stark’ın teknolojiyle yarattığını ev ortamında yapan, Rus malı ‘çakma’ Iron Man! ‘Niye biz de yapmıyoruz’ diye hayıflandım doğrusu. Konu bakımından ilkine göre zayıf kalan filmi, oyuncuların ve yönetmenin ustalığıyla görsel efektlerin kalitesi kurtarıyor. Yer yer komikleşen aksiyon sahneleriyse bilgisayar oyunu izlenimi veriyor! Doğallık sizlere ömür… ‘Dünya barışı bizden sorulur’ diyen, Transformers görünümlü IRON MAN 2, kahraman severler için!
Anibal Güleroğlu

YEŞİL BÖLGE, Amerika’nın Irak yüzleşmesi!


YEŞİL BÖLGE, Amerika’nın Irak yüzleşmesi!
Körfez Savaşı’nın ardından 2003 yılında Irak’a giden, Birinci Sınıf Astsubay Roy Miller ve ekibinin görevi, var olduğu söylenen kitle imha silahlarını bulmaktır! Verilen istihbarat doğrultusunda gittikleri her yerden eli boş dönen Miller, bilgi kaynağının gerçekliğinden kuşkulanır. Şüphelerini üstleriyle paylaştığında tepki alan Miller’a, kendisi gibi düşünen CIA ajanı işbirliği teklif eder. Varlığına inanmasa da, kitle imha silahı aramaya devam eden Miller, Iraklı bir tercümanın yardımıyla, şaibeli bilgi kaynağı ‘Macellan’ı açığa çıkaracaktır…
Washington Post’un eski Bağdat büro şefi, Rajiv Chandrasekaran’ın ‘Zümrüt Şehrindeki İmparatorluk Yaşamı: Irak’ın Yeşil Bölgesi’ adlı romanından etkilenen yönetmen Paul Greengrass, senaryo konusunda Brian Helgeland’la anlaşmış. Oscar ödüllü Matt Damon, Roy Miller karakterine uygun görülürken, Afganistan ve Irak gazileri de asker figürasyonunda kullanılmış! Filmin gerçekçiliği için, kitle imha silahı avcısı ve 20 yıllık Amerikan subayı olan Monty Gonzales’in, danışmanlığından faydalanılmış. Çatışma sahnelerinde kullanılan silahlar da gerçek! Konunun özgünlüğü, filme ilgiyi artırsa da işleniş biçimi ve görüntü kalitesi vasat. Özellikle gece görüşünden yansıtılan sahneler oldukça kötü. Uydudan yer tespiti de, bu tür filmlerin olmazsa olmazı. Amaç, ‘Dünya avucumuzda’ mesajını vermek!
Sinema yönü bir yana, YEŞİL BÖLGE Amerika’nın ‘böl-yönet’ politikasını, iktidardakileri kullanarak, uygulayışına güzel bir örnek! Filmde, Amerikan Savunma Bakanlığı’nın kendi yarattığı düzmece senaryoları sahnelerken, Özel Kuvvetleri ve medyayı amacına nasıl alet ettiğini görüyoruz. Onun için YEŞİL BÖLGE’yi, Amerikan politikasının belgeseli olarak izlemek daha doğru! Irak halkı, Saddam ve Baas Partisi’ne karşı, ‘kurtarıcı’ dedikleri Amerika’ya kucak açıyor. Ancak ‘barış’ vaadiyle gelenlerin ‘savaş’ın ta kendisi olduğunu acı tecrübelerle öğrenip, Amerikan kuklası bir yönetimle kargaşaya sürükleniyor. Askerlerin attığı şişe sularını kapacak kadar zavallılaştırılan Iraklıları gösteren film, yüzleşme gibi!
ABD elçiliğinin, Irak Hükümeti’nin ve yıktıkları ülkeyi inşaya soyunan dev şirketlerin, gerçeklerden uzak yaşadıkları ‘Yeşil Bölge’den adını alan film, tarafsız görünse de aslında bir propaganda! Amerika’nın taktiği, ‘iyi polis -kötü polis’ misali, birinin yaptığını ötekine deşifre ettirip, güya suçu devlete değil de kişilere yüklemek ve kendini aklamak! Çuval geçirmeye alışkın Özel Kuvvetlerle de, dünyayı karıştırmaya devam etmek. Yine de, senaryo bakımından THE HURT LOCKER yerine Oscar alması gereken YEŞİL BÖLGE, Amerika’nın en gerçekçi Irak filmi! Bu açıdan, görülmeye değer! Mesajı da Iraklı Freddy’nin cümlesinde gizli: ‘Burada neyin olması gerektiğine sen karar veremezsin’! Bir kişinin demesiyle olmuyor tabii… Gemi azıya alanlar Orta Doğu’yu çoktan geçmiş de gözünü Batı yönüne diker olmuş! Gaflet uykusunda rüyaya dalanlara…
ANİBAL GÜLEROĞLU