26 Şubat 2011 Cumartesi

Hastalar uyanın! ‘Doktor Ne Demek?’…


Ülkemizde, yıllar süren zorlu eğitimin karşılığını alamayan yegâne kesim olan doktorlar yine tedirgin! Anatomi kitabıyla yatıp kalkan, doktorlaşırken asosyalleşen, hasta iyileştirmek üzere yetişirken kendi sağlığından ödün veren ‘çilekeş’ler bir türlü tatmin edici çalışma koşullarına kavuşamamakta… Tıpta Uzmanlık Sınavı(TUS) badiresi, tam gün yasası vs. derken bir de ‘Performans’ çıktı başlarına. Hastanede çalışmayı tercih eden doktorları mesleki çatışmaya sürükleyecek olan bu yasanın en büyük zararıysa hastalara!
Üniversite hastanelerini işletmeye çeviren, ‘Ne kadar hasta, o kadar para’ zihniyeti her şeyi iş üretme üzerine kurup mesai saatleri içinde eğitim yapılmasını da engelliyor. ‘Üniversiteler hastaneye sahip olmasın’ gizli mantığı, mali kıskaçlarla birleştirilince ortaya çıkan baskı ortamı, doktorları ve dolayısıyla iyileştirilmeyi bekleyen hastaları mağdur ediyor. Mali özerkliğin olmadığı durumda, akademik özerklikten söz edilemeyeceği gerçeğini göz önüne seren yaptırım taktikleri, bilimsel bağımsızlığı da etkiliyor. Ayrıntılara inildiğinde, görünürdeki iyileştirmelerin arka planda pek çok sakınca barındırdığı ve mağduriyetler yarattığı görülüyor. Nasıl ki, üniversitelere ‘eğitim’ amacıyla devlet hastanelerini kullanma olanağı sağlayan tam gün yasası, yapıcı görünüşünün ardında bilimsel denetim gibi riskleri taşıyorsa, çok çalışan doktorlara ödül gibi sunulan performans yasası da, hastaların ayaküstü bir ilaçla yollanması sonucunu beraberinde getiriyor. Çelişkilerle dolu yapılanma sürecinde, bir yandan tam gün yasasıyla hasta doktor hatasına karşı sigorta güvencesiyle korumaya alınıyor. Öte yandan, performans yasasıyla zaten yetersiz olan muayene süresi kısaltılıp, doktordan daha çok hastaya bakması istenerek hasta riske sokuluyor! Hasta bakmaktan ayakta duramayacak hale gelen doktordan ‘doğru teşhis’ beklenebilir mi? Tabii ki, HAYIR! Sağlık bilincinden yoksun hastalar uyumayı ve körü körüne doktorları suçlamayı sürdürürken, mesleğinin önemini idrak etmiş olan yansız ve akılcı her doktor buna tepkisini koyuyor…
Hasta sever doktorlardan ‘klip’li eylem
Öğrenim hayatları boyunca ‘yarış atı’na döndürülen ve engelli koşuda başarılı olup parkuru tamamlayan doktorları, hasta muayene yarışına sokan performansa en son protesto, Ankara’daki Tıp Fakültelerinde görevlerini sürdüren asistan hekimlerden... Sağlık sisteminde dönülmez bir noktaya gelmeden gerekli değişiklikler için çeşitli üniversite hastanelerinde yapılan kınamaların en ilginç olanı da bu! Athena’nın parçasına kendi sözlerini uyarlayan doktorlar, ‘Doktor Ne Demek’ şarkısıyla hem hükümete seslerini duyurmaya hem de halkı ve polisi uyumayıp sağlıklarına sahip çıkmaya çağırdılar. ‘Performans Bakanı duy sesimizi’ diyen hekimler, ‘çalışma barışı’nı ve ‘sosyal dayanışma ruhu’nu bozan uygulamayı protesto ettiler. ‘Biz tüccar mıyız’ sorusunu, bir hastaya beş dakikayı yeterli gören Sağlık Bakanlığı’na yönelten ‘hasta sever’ doktorlar, beş dakikada değil muayene etmek hastanın ad-soyadını kaydetmenin dahi mümkün olmayacağı gerçeğini, uyanmamakta direnenlerin beynine işlemeye çalıştılar… Anlayana sinek saz, anlamayana bu sesler caz!
Eskimo taktiğinde ‘Tıp eğitimi’ gereksiz…
Görünen o ki, ‘Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir’ gidişatına sokulan hastane sistemi, listesini kabartıp cebini doldurmak için hasta kıyımı yapacak ‘tacir doktor’ modeli peşinde! Öyleyse, hastaneyi ‘ticarethane’, hastayı da ‘müşteri’ sayan sistemde, hasta layıkıyla muayene edilmeyecekse, bir yığın bilgilerin alındığı onca meşakkatli ‘tıp eğitimi’ne ne gerek var? Bu durumda en verimli yol, hastanelerine göz dikilen tıp fakültelerini kapatmak! İlaç yazmaktan başka bir icraatta bulunmaz hale getirilen doktorların hiçbir değer taşımadığı ortamda, lüzumsuz çünkü. Nasılsa, ilaç şirketleri her derde deva ürünlerini hizmete sunmakta… Laboratuarlar rutine binmiş tetkikleri yapmakta… Hastalar da, şikâyetlerine ‘Google’dan bakıp teşhis koysun! Hiç olmazsa orada zaman kısıtlaması yok. Bilgisayardan anlamayanların imdadına da ‘komşu’ tavsiyeleri veya televizyondaki ‘uzaktan tedavi’ programları yetişir… Böylece hem hasta iyileştirme amacından uzaklaştırılan doktorların eğitimi için ayrılan bütçeden tasarruf edilir, hem de her aileye üç çocuk telkin edilen ülkemizin sigorta sistemine yük olan gereksiz vatandaşlar mevcuttan düşülür! Eskimolar, yiyecek sorununu çözmek için, yaşlı ve hastaları ya soğuğa ya da ayılara teslim ederlermiş… ‘Para pazarda, uyku mezarda’ özdeyişiyle genç doktorlar yetiştirenlere karşı, maddiyatçı yasalarla ‘insan sağlığı’ mefhumunu unutturup ‘paragöz’ olmayı dikte eden sistem de, bu kültürün farklı bir yansıması…
Uyuyan hastalara öneri…
Sağlıklarının ‘doktor hatası’ yüzünden bozulduğunu iddia edip hedef tahtalarına doktorları yerleştiren hastalara da benden naçizane bir öneri… Yeni yasaya dayanıp ‘hasta bakma makinesi’ne çevrilen hekimler yerine, onları bu hale getirenlere karşı gözlerini açmaları! Doktorluk, performans yarışını kaldıracak bir meslek değildir. Sürücülerin bile devamlı olarak araç kullanmaları 4,5 saatle sınırlandırılmışken, insan sağlığından sorumlu olanlara ‘daha çok hasta’ teşviki yapmak hatalı teşhislere ve ölümcül sonuçlara davetiyedir. Dolayısıyla hastaların artık uyanıp, sağlıklarıyla oynayanların özenli kontrollerden geçtiklerini hatırlayarak, bu gerçeği görme vakti gelmiştir! Tabii, sadece ilaç yazdırma hastalığına tutulduğu için hastane koridorlarını işgal eden veya parmak ucundaki sızıdan dolayı doktora koşan hastalar(!) bunu umursamayabilir. Ancak, ‘Doktor pazarda, hasta mezarda’ dememek için performansı değil, hastasına yeterli ilgiyi gösteren huzurlu doktorlardan oluşan sağlık sisteminin bir gün herkese gerekli olacağı hakikatini inkâr etmek de kimsenin haddi değildir. Ne doktorlar tacir, ne de hastalar ticaret malıdır! ‘Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi’ demiş Kanuni Sultan Süleyman… Bizim de uygulamaya konulanlara bakıp ‘Olmaya vatandaş uykuda bir kurbanlık koyun gibi’ demek geldi içimizden! Beş dakikalık performansta, kalın sağlıcakla…
Anibal Güleroğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder