4 Şubat 2011 Cuma

Kutsal Yer’in derinliğinde keşfedilenler…


Kubilay Han buyurdu: Xanadu’da… Görkemli bir zevk kubbesi dikilsin… Alph’in, o kutsal ırmağın aktığı… İnsan ölçüsüne sığmayan mağaralardan geçip… Günyüzü görmeyen denize döküldüğü yerde...
Böyle demiş, Marco Polo’nun ‘Dünyanın Hikâye Edilişi: Harikalar Kitabı’nın etkisiyle rüyasında gördüklerini kaleme alan İngiliz şair Samuel Taylor Coloridge, ‘Kubilay Khan’ adlı ünlü şiirinde… 54 dizelik bu şiir, yayınlandığı tarih olan 1816’dan beri farklı yorumlarla karşılaşmış, pek çok filmde kendisinden söz ettirmiş. Çizgi film kahramanı Martin Mystere’in ‘Xanadu Macerası’nda, ‘Anubis Kapıları’ adlı yapıtta veya ‘Kutsal Dedektiflik Bürosu’nda bu şiire rastlanmakta... Sinemada en etkili anılışıysa, ‘Yurttaş Kane’ filmindeki hayali ‘Xanadu Malikânesi’ sayesinde olmuş!
Farklı bir serüvene ve gizeme sahip olan bu mısralar bir kez daha karşımızda... Hem de ‘Avatar’ın yönetmeni James Cameron’ın yapımcılığını üstlendiği SANCTUM adlı filmde! Dünyadaki son bakir yer, Espiritu’da insanoğlunun gücünü zorlayan Esa-Ala Mağara Sistemi’ni araştıran Frank Mc Guire, oğlu Josh ve finansör Carl’la birlikte sıkışıp kaldığı ‘İleri Üs’ten kurtulmak için yerin altında bilinmeze doğru ilerlerken, oğluna miras bırakacağı tek şey annesinden öğrendiği bu dizelerdir… Ruhuna huzur veren ve yaşamına amaç olan bu ‘Kutsal Yer’de ölümle yaşam birbirine karışırken, kendinden daha güçlü olduğunu anladığı oğlunu hayatta tutmaya çalışan Frank, onun olgunlaşmasını da sağlayacaktır…
‘Varsayım, tüm çuvallamaların anasıdır’ düşüncesinin bezdiriciliğinin karşısına ‘İnanmak, başarmanın yarısıdır’ fikrinin kışkırtıcılığını koyan öykü, gerçek olaylara dayanmakta! Dünyanın derinliklerinde bilinmeyeni keşfederken, canları pahasına çaba harcayan araştırmacıların karşılaştıkları zorlukları görsel efektlerle birebir izleyiciye yaşatan SANCTUM( Kutsal Yer), bu amaç doğrultusunda teknolojinin tüm yeniliklerini kullanmış. 3D ile daha etkili kılınan derinlik, yükseklik ve karanlık kavramlarının mekânlarla bütünleşmesi oldukça etkileyici. Seyirciyi o atmosfere çeken, su altının basıncını hissettirip ürperten sahnelerin başarısı tamamen çekim tekniğinden kaynaklanmakta. Her ne kadar yapımcı James Cameron, ‘Sinema yapmak hayal gücüyle ilgilidir’ diyerek donanımı ve mali olanakları göz ardı etse de, bu ve benzeri yapımlar maddi olanakların en az hayal gücü kadar gerekli olduğunu göstermekte! Ünlü mağaracı Andrew Wight’ın önerisiyle projeye girişen ve adıyla yönetmen koltuğundaki Alister Grierson’ın önüne geçen Cameron, acaba en yeni kamera sistemlerini kullanmasa böylesine başarılı bir 3D ortaya çıkartabilir miydi? Kesinlikle, hayır!
Dünyadaki en büyük mağara sistemini araştıran bir ekibin gerçek öyküsünden yola çıkıp bunu fikirlerle süsleyerek anlatan SANCTUM, insanın araştırmacı ruhla doğaya meydan okuyuşunu yansıtmanın yanı sıra mantık-duygu ikilemine de değiniyor. ‘Tron Efsanesi’ filmindeki gibi ‘baba-oğul’ ilişkisi üzerine yürütülen öyküde, ‘Babam Romulus’ta ilk yönetmenlik denemesini yapan Richard Roxburg, dalgıç mağaracı Frank rolünün hakkını veriyor. Temponun yavaşlığı veya mekânın sadece mağaradan ibaret oluşu bile filmin başarısına gölge düşüremiyor. Bencillik olgusunun nasıl vahim sonuçlar doğuracağını ve gereksiz inatlaşmaların ölüme sebebiyet vereceğini çarpıcı örneklerle anlatan yapım, nefes almak kadar değerli bir şey olmadığını çok net hissettirmekte! Yaşamda, herkes için kutsal bir yer vardır. Önemli olan ruhumuza huzur verebilecek böyle bir yeri bulabilmek ve onunla varlığımıza bir anlam katabilmek! Yeraltındaki soluk kesen yolculukta, korku ve hırs dolu bir maceranın muhteşemliğini yaşatan SANCTUM, bu felsefenin perdeye uyarlanmış şekli… Tadına varabilmek ve sualtı dünyasının gerçekliğini benliğinizde hissetmek için mutlaka sinemada izlenmesi gereken bir yapım!
Anibal Güleroğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder